Pazartesi, Mart 23, 2009

Eğitim ne işe yarar? (2)

Bugünkü konumuz: Var mısın? Yok musun?

Bir süredir bizim ekranlarımızda var olan bir yarışma. Geçen yıl tesadüfen rastladım TV'de. Uzun bir süre (1 ay kadar) her yarışmayı kaçırmadan izledim.

Merakım şuydu: Çalışmadan, bir yarışmadan para ödülü ile yüzyüze gelen insanların risk ve kazanç karşısındaki tavırları nasıl gelişiyordu?

Bunu ararken, benim ilk dikkatimi çeken tabii ki şu oldu: İstisnasız her yarışmacı, hangi kentten gelmişse gelmiş, farklı eğitim seviyesine sahip (İzlenimim, çoğunluk lise mezunu gibiydi), farklı meslek ve gelir grubundan (çoğunluk orta altı), farklı etnik gruptan yurdum insanı OLASILIK bilgisine sahip değildi. Basit matematik bilgisi yani.

Ne olursa olsun, "yüzde 25 ihtimalle büyük sayı bulma şansım var" gibi konuşmalar yoktu. Var olan, soru kipi biçiminde olmak üzere "ne hissediyorsun?" Aslında sorulan şu, 23 katılımcının sahip olduğu kapalı kutuların içinden çıkacak sayılara ilişkin olarak, o katılımcının ne hissettiği soruluyordu. Olasılık hesabı değil, hissiyat konuşuluyordu; "Kutumda küçük hissediyorum"!

Hakkını yemeyelim sadece geçen ay içinde yarışan genç bir erkek, olasılık hesabından bahsediyordu.
Eğitim ne işe yarar? Ya da eğitimli insan bu kadar az mı?
Tabii beni çok şaşırtan şu oldu (yüzleşme mi demek gerekir?): 1.500 TL maaş alan bir çöp görevlisinin olasılık hesabına göre iyi bir teklif olan 45.000 TL'yi reddedip, 50 TL ile yolcu olmasıydı! Aslında ilginç olan, bunun gibi örneklerin nerdeyse hergün tekrarlanıyor olmasıydı.
Çöp işçisinin şans eseri katıldığı bir programdan 30 aylık maaşına denk teklifi kabul etmeyip olasılık hesabını zorlaması (O olasılıkla 'şansımı zorladım' diyecektir) ilginçti.

Cumartesi, Mart 21, 2009

Eğitim ne işe yarar?

Okuma yazma, öğrenim; tüm bunların kişisel yatırım ve gelişime katma değer sağlama özellikleri dışında toplumsal yaşamda da beklenen yararları var.

Ne mi?

Birarada yaşama tabii ki.

Örneğin trafikte aracınızla seyir halinde iken arkanızda seyir halinde bulunan başka aracın size çok yakın olması nasıl açıklanabilir?

Sarhoşluk, akıl hastalığı gibi sıradışı nedenler yoksa ve de basit ortaokul fen bilgisine sahip biri olup 'hız ve ivme' gibi fizik kavramlarını öğrenmiş ise sizin aracınızı belli bir mesafeden izlemesi beklenir.

Bu yazıyı yazmak nereden aklıma geldi? Her zaman trafikte beni irite eden bir durumdur. Biri seyir halinde iken aracıma çok yaklaşırsa hemen hızımı keser (aniden değil tabii ki!) onu da yavaşlatırım. Çünkü arkadaki sürücü: Ya sarhoştur, ya akıl hastasıdır, ya da cahildir. Bunların hiçbiri değil olsa da 'aşırı güven' hastalığına kapılmış biri de 'hastalıklı' ya da cahildir. Çünkü 'nerede duracağını' bilmiyordur!

Her neyse, bu yazıyı şurada okuduğum yazı tetikledi. Yalnız değilmişim demek ki!

Örneğin önünüzdeki araç 90 Km hızla gidiyorsa arada 2 saniye fark bırakırsanız bu 50 metre ara demektir. Bu koşulda bile çarpma riskiniz vardır. Çünkü durma mesafeniz 90 metredir.

Pazar, Mart 08, 2009

Ekonomi yazarlığı ciddi bir iş değil midir?

Hayır değildir. Öyle olsaydı, iddialı biçimde yeni çıkan bir gazetede kendisine köşe verilen bir yazar şöyle yazmazdı;
“Dün ABD Merkez Bankası'nın (FED) bilançosuna baktım. Bu bankanın bilançosu bir yıl önce 800 milyar dolar iken, bugün 2.3 trilyon dolara çıkmış. FED bu kaynağı nasıl buldu? Büyük bir kısmı ABD Hazinesi'nin yıllık yüzde 2 faizle 10 yıllık tahvil satmasıyla sağlandı. Bu parayı ABD Hazinesi nereden buluyor? Paralarını ne yapacağını bilemeyen petrol zengini ülkelerden. ..."
Yavuz Semerci'den bahsediyoruz. Bu yazının neresi tuhaf diyebilirsiniz.
Hemen anlatalım:
1. "Dün ABD Merkez Bankası'nın (FED) bilançosuna baktım" dediğine göre, görebileceği Fed bilançosu 4 mart tarihli bilançosudur. Bu bilançoya bakan ne görür? Şunu görür:
"Reserve Bank credit: 1,891,437"
Yani 1.9 trilyon dolar. Neymiş? 2.3 trilyon değil.
Peki gün kayması sözkonusu olabilir mi? Hayır.
Fed'in piyasaya verdiği para aralık 2008'de 2.2 trilyon dolara çıkmıştı.
Sonuç: Yavuz Semerci palavra atarak yazımış.
Ne baktığı doğru, ne de baktım dediği sayı doğru.
2. Fed 'bu parayı bulmaz'. Fed bir ticari banka değildir. Para basma yetkisi ve gücü olan bir kurumdur. Bankalardan teminat alır, parayı basar. ABD Hazinesinin parayı borçlanıp sanki Fed'e vermiş gibi bir hikaye anlatıyor. O da doğru değil. ABD hazinesi, borçlanıyor çünkü bütçe açığı var. Alıp da Fed'de mevduat yapmak için borçlanmıyor.
Neyse...Bu neyin kanıtıdır?
Türkiye'de bilgi sahibi olmadan da, doğru sayılara dayanmadan da yazı yazarsınız, bazı patronlar da size para öderler.

Perşembe, Mart 05, 2009

Citi never sleeps!



Malum ABD'deki krizde en son geldiğimiz noktada ne mi oldu?

Amerikan kapitalizminin simgesi olan Citibank (ki ABD'nin en büyük bankasıydı) hisse fiyatı 1 doların altına düştü.

Bunun anlamı şu: Citi'nin değeri 5.5 milyar dolar!

Geçtiğimiz yıl ortalarında Citi'nin piyasa değeri yaklaşık 250 milyar dolar idi.

Citi'nin hisse fiyatı 1 doların altına düşmeden önce (muhtemelen dün) şurada hazırlanan espri yukarıdaki gibiydi: "1 dolar 25 cent harcamanın en iyi yolu nedir?"

İpucu da veriliyor (Cola şişesinin altından): 'Bu daha likit' denilerek!

Daha neler göreceğiz kim bilir...

Salı, Mart 03, 2009

Krizdeki tek fırsat...


Krizdeki tek fırsatın, eğlence sektöründe bulunduğu söylenebilir. Böyle dönemlerde kültür ve sanat ürünleri patlama yapabiliyor.

Belleklerinizi zorlayın 1994 krizinden hangi sanatçılar çıktı? Biz söyleyelim: Tarkan.
2001 Krizinden kim çıktı? Cem Yılmaz. Bu örnekler çoğalabilir.
Böyle ekonomik daralma dönemlerinde, kitap ve cd satışları artıp, sinemalarda da gişe hasılatları zıplıyormuş.

İşte ilk bulgular ABD'den geliyor.
ABD'de 1 Ocak-1 Mart döneminde sinema gişe hasılatlarına bakıldığında; 2009 yılı 2008'e göre yüzde 14.7 artış, 2007'ye göre yüzde 31.7 yukarıda.
Şimdilik bu tez işliyor gibi...

Kaynak: Econompicdata.blogspot.com








Cumartesi, Şubat 28, 2009

'Faili Meçhul Kıyak'...

Önce burada okudum, sonra ise şurada okudum...


Daha yaratıcı olanını siz düşünün. Ama yapın derim...




Salı, Şubat 24, 2009

Ekonomik durgunluk ve alkol...

Geçmiş ekonomik durgunluklar sırasında gözlenmiş ki, eğlence sektöründe işler 'ters' gitmiş. Yani ekonomik durgunluğun tersi yaşanmış. İnsanlar; işini kaybedenler ve kaybetme korkusu yaşayanlar, kendilerini günlük akış içinde çeşitli küçük harcamalarla avutmaya çalışmışlar. İçki, kitap, sinema, cd, gazete satışları artmış.
Şurada (ekonomik aktivite ile alkol satışları arasında bir bağlantı olmadığı düşüncesi not düşülmüş olsa da), son dönemde ekonomik durgunlukla alkol satışlarının da düştüğü belirtiliyor.
Sayılara bakacak kadar detaya giremedim. Ama grafik, görsel olarak ekonomik yavaşlama ile alkol satışı arasında ilişki olduğunu düşündürüyor.
Kırmızı çizgi alkol satışlarındaki üçer aylık değişim, mavi çizgi ise milli gelirdeki üçer aylık değişim izlenebilir. Kaynak şurası.
Not: Bu yorumdan aylar sonra şu haber gazeteleri süsledi. Yazdıklarımı güçlendirdi. (22 Nisan 2009)

Pazartesi, Şubat 23, 2009

Porno ekonomisi

Sadece yurtdışı seyahatlerde değil, yurtiçindeki otellerde bile giderek sıkça karşılaştığımız bir özellik var: Odalardaki 'yetişkin eğlencesi'!
TV setlerinin yakınında bulunan bir özel kartla ya da TV kumandaları ile girilen oda numarası vs ile doğrulanarak girilen porno kanallarından bahsediyoruz.
Haydi bir tahmin yapın bakalım, otel odalarındaki bu porno kanalların bir yılda ne kadarlık bir ekonomisi var dersiniz?
Çoğumuz, 'kim seyreder ki?' diye kafasını çevirir belki, ama durum hiç de küçümsenecek gibi değil.
Şurada yer alan habere göre: ABD'de 2006'daki hasılat 550 milyon dolar. Otel odasından porno film seyredenlerin, film başına ortalama 15 dolardan, kabaca 37 milyon adet satın alma yapıldığı not düşülmüş.
'Bu filmler kaç dakika seyredilmiş?' gibi soruları merak ediyorsanız kaynağa bakınız!

Pazar, Şubat 22, 2009

Gazanfer Özcan ve vergi borcu üzerine...

Gazanfer Özcan sempatik bir oyuncuydu. Evet, seviliyordu. Onu 'sevenlerden' bazıları, ölümünden sonra şunu dile getirmeye başladılar: "Özcan'ın çok vergi borcu vardı. Katlanarak büyüdü. Devlet sanatçısına sahip çıkmadı".
Zımni olarak söylenen aslında şu: Devlet Gazanfer Özcan'ın vergisini affetseydi ya?!

Gazanfer Özcan, ölümünden önce Star gazetesine söyleşi vermiş. Ona geleceğiz. Ama önce vergi konusunun özel bir konu olduğunu anımsatalım. Özel oluşundan kasıt, sadece ilgili kişiler bu konuda kamuoyuna bilgi verebilir. Yani bizler, şimdi sadece ailenin vereceği bilgilere dayalı yorum yapabilir, fikir yürütebiliriz. Maliye çıkıp da, "Rahmetlinin borcu şu kadardı, böyleyken böyle idi..." diyemez.

Çoğu kişinin yorumu sadece rahmetlinin söyleşide anlattığı çerçeveyi geçemez. Bakın Gazanfer Özcan ne diyordu:

" 2002 senesine kadar evet. Gönül Ülkü hastalandı. Üç yıl onun tedavisi için büyük harcamalar yaptık. Ben by-pass ameliyatı geçirdim. O dönemde vergimizi ödeyemedik. 30-40 bin YTL’lik vergi borcu, faizle katlanarak birkaç yıl içinde 500 bin küsur YTL oldu. 78 yaşındayım ve 500 bin YTL bu hayatta ödeyebileceğim bir meblağ değil. Geçen yıl 110 bin YTL ödedik. Bu anaparadan hiç düşmedi.

-Bu durumu yetkililerle görüştünüz mü?

Başbakan Tayyip Erdoğan’la ve Abdüllatif Şener başbakan yardımcısı iken onunla da görüştüm.

-Başbakan size ne dedi?

Üç sene önce Cevahir Otel’de karşılaştık. Kendisine durumu anlattım. Beni dikkatle dinledi, notlar aldı. Sonra sanırım iş yoğunluğu arasında bize çözüm üretemedi. Ya da talimat verdi de, işlemler yapılamadı. Bilemiyorum.

-Konuyla ilgili başka temaslarda bulundunuz mu?

Tabii ki... Kime derdimizi açtıysak, ‘Bu tamamen yasal bir durum’ diyor. Bir vergi affı çıkmasını beklemekten başka çaremiz yok... Biz milletimize hep hürmet ettik, vergimizi de hep ödedik. Fakat insanlık hali, şimdi hastalık dolayısıyla kabaran vergi borçlarımızın faizine yetişemiyoruz.

-Yanlış anlamayın, fakat 400-500 bin YTL çok büyük para sayılmaz.

Kimileri çok para kazandığımızı fakat kasten ödemediğimizi zannediyor. Hiç alakası yok. Avrupa Yakası’ndan gelen bütün parayı vergi borcuna yatırıyorum. Allah göstermesin, yayından kalksa, defterdarlığa verdiğim ödeme planına uyamam.

-Ne hissediyorsunuz peki?

.. Büyük üzüntü içindeyiz, mahcup oluyoruz. Bu durum bana ağır geliyor. Vaktimiz yaklaşıyor artık. Yaşımız kemale erdi. Bu gidişle, öbür tarafta rahata ereceğiz

-Aman efendim, ağzınızdan yel alsın.

Öyle, öyle. Bazen, gidenlere gıpta ettiğim oluyor. Atıf Yılmaz vefat ettiğinde 1 milyon YTL borcu olduğu ortaya çıktı. Şaşırıp kaldık"

Ben bu durumu nasıl yorumluyorum?

1. Bu durumun nasıl ortaya çıktığını hala bilmiyoruz. Vergi kazanç üzerinden ödenir. Ya da hasılat üzerinden dolaylı vergi (KDV, ÖTV gibi). Yatması gereken, ödenmesi gereken bir tutar vergi dairesinin hesabına yatırılmadığı ortada. Böyle bir durum varsa, rahmetli kendisinin ve ailesinin sağlık sorunlarının tedavisi için 'devletten borç almış' demektir.

2. Hala detay bilmiyoruz. Ama bir tuhaflık var: 2002-2005 arasında 30-40 bin TL kabaca 25 bin dolara karşılık geliyordu. Bu kadar bir meblağın ödenmemesi (ödenememesi), bize 'bilmediğimiz başka şeyler olmalı' dedirtiyor.

3. Ölümüne değin 'Lay-lay-lom' etrafında olan 'sanat dostlarının', bugün Özcan'ın ölümünden sonra "hain devlet borcu hallettmedi" demesi de çok tuhaf. Öyle ya, 78 yaşında bu borcu ödemeye çalışan, yan yollara sapmadan defterdarlıkla ödeme planı yapan, vergi aflarını ıskalamış Özcan'a bir kampanya yapıp yardımcı olsalarmış ya?

4. Bu işte hala bilmediğimiz şeylerin olduğunu, 'tuhaf' dedirten şeylerin başında da, babalarının borcuna ne yaptıkları belli olmayan evlatları geliyor. Acaba konforlarından vazgeçmişler miydi?


Herkesin kendine ait bir perdesi var; onun arkasında ne var? Bilmiyoruz...

Pazar, Şubat 15, 2009

Priceless...

Sevgililer günü için alın başka bir detay da, Kore'den.

Seul'ün güneyindeki Namsan tepesine tırmanan çiftler, önceden satın aldıkları kilitleri burada kilitleyip, anahtarları da uçurumdan aşağı fırlatıyorlarmış; birbirlerine olan aşkın simgesi olarak...İşte bu 'priceless' değil mi?






(Foto: Styggiti)

Aşkımız krize kadar mıydı?

İzlediğim bloglardan biri de Paul Kedrosky'e ait. Kedrosky, Sevgililer Günü için bir araştırma yapıyor: Lokantalarda boş yer var mı? Sonuç şöyle:




Finans merkezi New York'daki durum çok çarpıcı...Ne iş kalmış, ne de sevgili...
Aşk aşk da, pazara kadar mıydı yahu?



Cumartesi, Şubat 14, 2009

Marketteki davulun sesi...

Markete gittiniz. Şöyle bir ilanla karşılaştınız: "iki tane şampuan alana yüzde 25 indirim"!
Çoğumuzun ilgisini çekmeyebilir. "İhtiyacım yokken neden alayım ki?" diyebilirsiniz.
Ya ilan şöyle olsaydı?

Ne diyorsunuz? Göze çok çekici geliyor değil mi?

AMA AYNI ŞEY!

Ha 10 TL'lik şampuandan iki adet alarak yüzde 25 indirimle toplam 15 TL vermişsin; ha aynısının ikincisine yüzde 50 indirim uygulanarak toplam 15 TL vermişsin. Değişen birşey yok.

Ama 'yüzde 50' gibi parlak bir olta tüm sazanları çekmeye yarıyor...

ilginç detaylar...

Şurada yer alan 1. fotoğrafa dikkatle bakın: ABD Hazine Bakanı Tim Geithner'ın masasında neler yer alıyor? Biz olmayanı söyleyelim: Bakan Geithner'ın masasında finansal piyasaları izlediği bir ekran yer almıyor. Yüzyılın krizi çıkmış, oturduğunda masasında göz temasının olabileceği herhangi bir noktada, bloomberg ya da reuters gibi bir ekran yer almıyor.
Bir de, bizim Hazine Bakanımız Mehmet Şimşek'in masasına bakalım: Evet, yanılmadınız var.
Bir Bloomberg ekranı yer alıyor.
Ekonomiyle ilgili bakanların ilgi alanına tabii ki finansal piyasalar giriyor. Ama gerçekten de gerekiyor mu? Hangisi doğru tercih?

Salı, Şubat 10, 2009

Zenginlere sosyalizm, gerisine kapitalizm...



ABD'de yeni kurtarma paketleri yolda. Bugün bankaları kurtarmak için bir yenisi daha açıklanacak. Bugün devlet tarafından harcanan her bir cent, işler yoluna girdiğinde vergi mükellefleri tarafından ödenecek.

Peki kurtarılanlara ne olacak? Şimdiye değin yüksek ücretleri ve bonusları cebe atanlardan istenecek mi? Hayır.

Dünya tersine döndü: Serbest girişim "devlet bizi kurtarsın" demeye çoktan başlamıştı zaten...

İlginç bir dönemden geçiyoruz...


Pazar, Şubat 08, 2009

işte tam da bundan bahsediyoruz..!

'Kriz ve seks' başlıklı yazımızda işte tam da bundan bahsediyorduk...

Cuma, Şubat 06, 2009

Kriz ve seks...


Malum: Amerika'da kriz nedeniyle hükümet harcamalarının artması söz konusu. Şimdi ikinci büyük destek paketi (820 milyar dolarlık) görüşülüyor.
Ama politikacılar zaten söylüyor olsalar da, vergi ödeyenler farkında ki; bugün harcanan dolarlar, yarın (birkaç yıl sonra işler yoluna girince) vergi olarak yine onların cebinden çıkacak. (işte tam da burada üstteki fotoğrafa tıklayınız)
Bizde "tatlı tatlı yemenin, acı acı geğirmesi" olarak tanımlanan bir durum yani.
(Bizde vergi ile tanışmamış milyonlarca kişi olduğundan, vergi mükellefinin toplumsal duyarlılığı gibi bir gelenek de, halk deyişi de yoktur!)
Vitrin konumuza dönelim...
Her destek paketi ile gelecekte cebinden çıkacağı aşikar olan paraların bugün hükümet tarafından banka kurtarmalarının da içinde olduğu alanlara harcanması sıradan vergi mükellefini rahatsız ediyor tabii ki...
İşte bu tişört de o tepkinin bir simgesi...
Tevekkelli 'krizde sevişmeler de azaldı' başlıklı haberlerin artması boşuna değilmiş!!!

Anısına saygıyla...


İktisatçı Prof. Türkel Minibaş'ı kaybettik.

Cumhuriyet'te yazıyordu. Bakış açılarımız farklı idi. Oysa sonradan yine kendisinden öğrenmiştim ki, benim karaladıklarımı öğrencilerine okutuyordu...
Siyah ve beyaz gibi kamplaşmış bir ülkede, kendi duruşunu korusa da, grilerin de olabileceğini gösteriyordu.
Düzgün insanlardan biri idi, üzüldüm.
Anısına saygıyla...
(Foto: NTVMSNBC)

Pazar, Şubat 01, 2009

Ayvalıklı 'simyacı' kasabın öyküsü...


Gazetede ne zaman bir 'dolandırılma' haberi okusam, aklıma gelen hep şu olur: "Acaba, yoldan çıkan gerçekte kim?"

Yine bu haberlerden biri Hürriyet'te çıktı: Gana'dan çıkıp Türkiye'ye, orada da Ayvalık'a gelen kişiler, burada bir kasabın 'canını yakmışlardı'!

Bakın portreye ilginç bir özellik de eşlik ediyor: Ayvalık'ta kasaplık yapan H.U., yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkan adayı olmak için hazırlanıyormuş!


Olay şöyle gelişiyor....

Gana Konsolosluğu’nda çalıştıkları söyleyen iki kişi, kasap H.U.'yu buluyorlar. Siyah kağıt parçalarını gösterip, kendilerine Amerika’nın para yardımı yaptığını ancak belli olmasın diye paraları siyah kağıt parçaları görünümde gönderdiğini söylüyorlar. ABD konsolosluğundan alacakları bir sıvı ile bunları dolara döndüreceklerini söyleyip, yanlarında getirdikler sıvı ile deneme yapıp siyah kağıt parçalarının dolara dönüştüğünü gösteriyorlar!

"Ne kadar para verirsem, bir hafta içinde iki katını geri ödeyeceklerdi..."

İşte olayın özü bu sözlerde gizli...

Ganalı iki kişiye şimdiye değin 600 bin TL kaptırmış kasap H.U.

Şu soruyu tekrar soralım: Dolandırıcılık nereden besleniyor?

Yanıt açık: İnsanların içindeki 'kısa sürede çok zengin olma hırsından' tabii ki.

Dolandırıcıların yaptığı, bu hırsı 'keşfedip', ortaya çıkarmak değil mi?

Ayvalık gibi bir kasabada, kısa yoldan zengin olmak için 600 bin TL para çıkaran 'simyacı' bir kasabın öyküsü bu işte...

Cumartesi, Ocak 24, 2009

Hayatta hatalar yoktur; tercihler vardır!

Geçen gün bir gazetede ekonomi yorumu okurken, şunu tekrar sorguladım: "Acaba anlatılan fikir, yazılan yorum çeşitli 'pozisyonları' içeriyor olabilir mi?"

Tabii ki ideolojik, hayat tarzına yakın, inançla, sabit fikirlerle, işkembeden sallayan yazılara tanık oluyoruz. Ama manipülasyan içeren yazıların yazarları yok mudur? Veya daha da öteye götürelim: ilgili otorite tarafından 'işlem yasaklısı' olarak savcılığa suç duyurusunda bulunulan yazarlarımız var mıdır? Ben olduğunu biliyorum. Ama söylemem. Hala da görev başındadırlar...

Bugünkü programımızı Çetin Altan'n yazdığı bir fıkra ile bitiriyoruz sevgili okurlarımız:

Genç bir erkek, yakın bir arkadaşına rastlamış ve akıl danışmaya kalkmış ondan:- "Tam bir çıkmazın içine düştüm" demiş. "Çok güzel ve çok genç bir kızla, aynı zamanda zengin mi zengin yaşlı bir kadınla tanıştım. İkisi de evlenmeye yatkın benimle. Ne var ki güzel ve genç kızın meteliği yok, çok zor durumda, ne yapacağımı bilemiyorum".

Arkadaşı:- "Bak dinle", demiş; "hiç tereddüt etme, senin gibi genç bir erkek için güzellik, gençlik, aşk önemlidir. Ben senin yerinde olsam, yaşlı kadının zenginliğine bakmam; yoksul bile olsa, hayatımı hemen o güzel kızla birleştiririm".

Tam bir çıkmazın içine düştüğünden yakınan genç:- "Çok haklısın", demiş; "hemen senin söylediğin gibi yapacağım. Çok büyük bir mutluluk, insanın senin gibi dostlarının olması".

Arkadaş:- "Hiç teşekkür etme bana" demiş; "ben içimden geçenleri söyledim. Bu arada şayet o genç kızla evlenirsen; bana da belki yaşlı kadının adresini verebilirsin."

Genelevdeki bakire...

Türkiye'de özel sektörün uğraştığı işler, daha doğrusu kamuoyuna çıktıklarında söyledikleri sözler, Türkiye'nin OECD ülkeleri içinde PISA testi sıralamasıyla uyumludur.
Malum PISA testi: Okuma, matematik bilgisi ve becerisini, kişinin bilime yaklaşımını ölçen bir test. Türkiye ise bu sıralamada sondan ikincidir. Bunun anlamı: Zırcahiliz!
PISA ile ilgili detaylı ekonomi köşe yazılarına buradan ya da şuradan ulaşabilirsiniz
Konumuza dönelim...
Meşhur 'sicil affı' yasalaştı. Bakın sanayiciler bu girişimi nasıl karşılamışlar: şuradan okuyabilirsiniz.
Meseleye dönelim.
Aklı başında ve bu işlere vakıf biri, sicil affının içi fos ve 'dostlar alışverişte görsün' yasası olduğunu bilir.
1. Krediyi kullandık. Ama faiz ve anapara ödemelerini yapmadık. Geciktirdik. Bizim borcumuzu ödememe halimiz, krediyi kullandığımız banka tarafından Merkez Bankası'ndaki Risk Merkezi’ne bildiriliyor.
2. Merkez Bankası, bizim durumumuzda olan kişi ya da kurumlara ait bilgileri diğer bankalara bildiriyor.
3. Kullandığımız kredinin ödemelerini yapmayan bizim gibi kişiler, daha sonra kredi borçlarını tamamen ödeseler bile, bankalar bu kayıtları 3 yıl tutmaya devam ediyor. Ancak, borcun ödendiği bilgisi de yine diğer bankalara ulaşıyor.
4. Merkez Bankası’nın fonksyonu, bilgi trafiğini yönetmek. Yani toplama ve dağıtma merkezi olmak.
5. Gelen ve giden tüm bilgiler, bankalardan bankalara olduğundan, bilgilerin nihai olarak tutulduğu yer, tek tek her bankanın kredi risk birimleridir.
6. Merkez Bankası kendi elindeki ‘kötü sicil’ bilgilerinin tamamını silse bile, bu bilgiler bankalarda duruyor olacak.
7. Yasa çıktı: Merkez bankası bu kayıtları silecek.
8. Ama bankalara kimse birşey diyemez.
9. Bankalar, hiçbir kredisini batırmak için kredi tahsisi yapmaz. Bu 'sabıka' bilgilerini tutacaklardır.
10. Bankaya başvuran ama eskiden 'sabıkası' olan birine, sadece şu söylenecektir; "krediniz onaylanmadı"!
11. Dolaysıyla bu yasa işe yaramaz. Meclis'in mesaisi boşa harcanmış, safiyane vatandaş kandırılmaktadır.
12. Bu yasa iyidir, işe yarar demek de Hükümete hoş görünme çabasından (Bakan Çağlayan'a) başka birşey değildir.

Sonradan ilave not: Bu yasanın savunucusu Bakan Çağlayan'ın sözlerini okumanızı tavsiye ediyorum. Bu yasanın çalışmayacağı ve 'işin Allaha kaldığı' ne kadar belli.