Cuma, Kasım 28, 2008

Kıyma Kuyruğu?

Doğru görüyorsunuz. Kedi kuyruğundan değil, kıyma kuyruğundan bahsediyoruz.
Yıl 1978, enflasyonun patladığı yıl; Ankara'da Kızılay'da, o dönemler (belki şimdi de) 'gökdelen' olarak bilinen Emek İşhanı'nın altında Gima mağazası vardı. Cebeci'ye giden yola bakan tarafta yer alırdı. Bakanlıklara giden yola bakan tarafta ise 'Ankaralıların buluşma noktası' olan Kızılay Postanesi (PTT) yer alırdı.
Gima o yıllarda devlet işletmesidir. Orada, her öğlen mağaza kapanır, çalışanlar yemeğe giderdi. 13.30 gibi açılırdı. Market, Süper Market diye bilinen 'bakkal irileri' daha yoktu. O yüzden Gima 'eşsizdi'!
İşte bu Gima'nın bir özelliği de alt katta yer alan kasap reyonunda ucuza kıyma ve et satışının yapılmasıydı. Et Balık işletmesinden (bilmeyenle için not: Devlet işletmesiydi) gelen et ve kıymalar karton (yumurta kartonlarının dokusundan) kalıplar içinde satılırdı.
İşte bu et ve kıymalar 13.30'da satışa sunulur, 'kapanın elinde' kalırdı. O yüzden, 13.30'da mağaza kapısı açıldığında, reyona doğru 'tazı koşusu' gibi bir sahneye tanık olunurdu. Ben genç olduğumdan ilk sıraları kapardım tabii ki.
Bu 'tazı koşuları' tabii ki istenmeyen yaralanmalara, düşmelere, kavgalara yol açıyordu.
Bir defasında, Gima'nın kalın camdan yapılmış kapısı ve yan blok tuzla buz olmuştu. Kimse tındı mı derseniz? Hayır.
"Bu nereden aklına geldi yahu?" diyenlere de, şuradan aklıma geldi diyorum...
"İndirim sezonun ilk günü olması, mağaza çalışanları için çok yorucu geçmesi nedeniyle siyah cuma adı verilen günde, sabahın erken saatlerinde izdaham yaşandı. Long Island'taki Wal-Mart mağazasında 34 yaşındaki personel kapların açılmasıyla içeri girmeye çalışan yaklaşık 200 kişilik kalabalığın ayakları altında ezildi.
Sabah 5 sularında gerçekleşen olayda şahitler mağaza görevlisinin yere düştüğünün kalabalığın aldırış etmeden düşen adamın üzerine basarak içeri girdiklerini söylediler. Hastaneye yetiştirmeye çalışılan personel saat 6 sularında hayatını kaybetti."

Perşembe, Kasım 27, 2008

"Bekara karı boşamak..."

2002 Yılında Arjantin borçların üzerine yatınca, bizde de 'sol görünümlü' iktisatçılar "Biz de borçların üstüne yatalım, moratoryum ilan edip konsolidasyona gidelim" çığlıkları atmışlardı. Oysa 'kazın ayağı' öyle olmadı. Arjantin tarihinin en hızlı yoksullaşması ile yüz yüze geldi. Yoksulluk oranı hızla arttı.
Bana kimse bir-iki yıllık yüksek büyüme oranı gösterip, "baaak ne oldu" demesin. Çukura düşüp de 30 santim zıplasınız ne olacak ki?
İşte bizim 'sol görünümlü' iktisatçılarımızın son dönem 'ilahlarından' biri de Venezüela'nın lideri Chavez idi. "Helal olsun, nasıl da ABD'ye posta koyuyor" diye göğüs kabarmaları falan izledik.

Evet "ne oldum" değil, "ne olacağım" demeliymiş. Venezüela'daki geçen günkü seçimlerden sonra, bugün Soli Özel'in şu yazısı çok güzel bir derleme ve yorumlama içeriyor.

Çarşamba, Kasım 26, 2008

'Turk ish-i Democracy'

Guns N' Roses yeni albümü çıktı. Tabii hemen de 'aksiyon' geldi...
Şu haberi görünce, aklıma Türkiye geldi tabii ki. Herhangi bir kitabın ya da kasetin yasak olduğu günleri anımsadım. En 'tehlikeli' yasak kitap, ki bu hemen gözaltı demekti, Lenin'in 'Ne Yapmalı?' adlı kitabı idi. Bir de kürtçe türkülerin bulunduğu Şivan kasetleri (pek meraklısı değildim doğrusu)...

Kahvehanelerde saz çalıp türkü söyleyen insanların Türk Ceza Kanunu 142. maddeden (komünizm propogandası) zindanlara atılıp yargılandıkları dönemler...(Nereden biliyorum? Çok çok yakın akrabam sıkıyönetim savcısı idi!)

Şimdi özgürlük var (mı desek acaba?) !
Yasak kitap, kaset, film yok denilebilir...
Ama ya YouTube?
Ya özgürlük...
Ya 'Turkish Democracy' ?
İşte burada aklıma eskilerden bir şarkı geliveriyor: Erol Evgin söylüyor, "İşte öyle birşey..."!

'Chinese Democracy' albümüne ilişkin ilave yorumlar için: BKZ

Pazar, Kasım 23, 2008

Kuyudaki insan o kadar kördür ki, kendine atılan ipi bile göremez..!

Metin Münir'in yazılarını çok beğenirim. Onun yazıları 'mikro' nitelikli yazılardır. Merceği bir yere tutar ve çoğunlukla 'medeni' bir analiz yapar.
Norveç'e gitmiş ve yüksek öğrenime en az meraklı kesimin Somalililer ve Türkler olduğu gerçeği ile karşılaşmış. Yazısının sonu şöyle bitiyor:
"Kuyudaki insan bazen o kadar kördür ki kendisine atılan ipi bile görmez. Bazen cahillik böyle bir körlüktür. Cahilliğin sıfır noktasında değil eksisinde bulunulan bir cahilliktir bu. Kafada bilgiden çok bilgisizliğin, doğrudan fazla yanlışın bulunduğu bir durum.Kim bu insanları düşünüyor? Kim onları kurtaracak?"

Cuma, Kasım 21, 2008

"Ben ekonomiden anlamam ama..."

Böyle başlayıp, sonra da çok ciddi analizlere girişenlere tanık olmuşuzdur.
ABD'de kriz derinleşti mi? Hemen tüm siyasi analistler 'biz de biraz çakarız bu işlerden' minvalinden döktürüp, sonuçta 'koca çamları devirirler'!
İşte onlardan biri Taha Kıvanç. Ne diyor bugünkü yazısında? Şöyle diyor;
"Bazıları iş burada da kalmasın, bankacılık sektörünü de vursun istiyor... Ekonomi yazarlarının duayeni sayılan Güngör Uras, kaç kez, “Dünya bankaları sarsılıyor, ama bizim bankalar güvenli” diye yazdığı halde, bazıları, “Bizim bankalar da kötü durumda” hissini verecek haberleri yaymak için özel çaba sarf ediyorlar...
Çok büyük holdinglerden birinin 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinden bile etkilenmemiş bankasının bir çırpıda bin çalışanını kapının önüne bıraktığı yalanını başka neden yazsınlar? Emin olun, ilk okuduğumda benim bile “Yalandır, inanma” refleksim çalışmadı, haberin doğru olabileceğini düşündüm... Bereket habere konu edilen banka borsada işlem görüyor da, yönetimi “Tam tersine, son 10,5 ay içerisinde kadromuza 1663 yeni katılım oldu”
açıklamasını yaptı.Açıklama yaptı da ne oldu? Yanlış bilgilerle ortamı kirletenler, bu defa aynı bankaya üst düzey yönetici dayanmadığını, üç genel müdür yardımcısının kısa aralarla istifa ettiğini yazmaya başladılar...
İllâ bir büyük banka iflâs etsin istiyorlar..."


Hiç araştırmadan böyle bir yazı yazılırsa, gerçek durumu kim anlatabilir ki? Şimdi çıkıp 'durum böyleyken böyle' diye yazan çıkar mı?
Ama ilgili banka açıklamayı yapıverdi kendiliğinden: Şurada!
Cehalet böyle mi elinde patlar insanın?



Perşembe, Kasım 20, 2008

"Davulcu osuruğu"


Geçmişte, merkez bankası faiz indirimi yapmıştı. Faiz indirimi 0.25 gibi bir oranda olmuştu. Merkez bankacı bir arkadaşımla konuyu konuşurken, "davulcu osuruğu gibi oldu ama" demişti. O da durumun farkındaydı ki, indirim yetersizdi.

Dünkü faiz indirimi de, "gerçekten faiz indirimi yapıldı mı bu ülkede?" hissi uyandırdı çoğumuzda.

Benim de aklıma bu 'davulcu osuruğu' geldi...

Çarşamba, Kasım 19, 2008

Merkez Bankası söylüyor: "Sardı korkular, gelecek yıllar..."


Merkez Bankası, kimine göre sürpriz, kimine göre zorunlu olarak faizleri indirdi. Faiz indirimi 'bid' tarafta 0.50 puan olurken, 'offer' tarafta 1 puan oldu. 'Offer' taraftaki teknik bir zorunluluktu. Merkez Bankası zaman zaman 8.5 milyar YTL kadar piyasaya para veriyor. Ama 'Bid' taraftan. Epeydir piyasadan para çeken TCMB, bu yıl para verir bir konuma geçmişti.
Bankanın faiz indiriminin temel 'felsefesinin' ciddi bir resesyon korkusu olduğu anlaşılıyor.
Ancak bunu açıkça söylemese de, kalınca vurguladığı konu, enflasyonda beklediğinden daha hızlı düşüş tahmin etmesi, bir de döviz kuru artışının fiyatlar üzerine baskısının sınırlı olacağı tahmini.

Kaynak: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2008/DUY2008-57.php

Pazartesi, Kasım 17, 2008

Peki ne oldu?

İşte görüldüğü gibi: Bugün borsa yüzde 5.4 düştü, kur yüzde 1.5 yukarı çıktı.
Ama asıl bu değil 'yaralayıcı' olan...Sorun, mevcut ve potansiyel işsizlikte...Biz hala durumun farkında değiliz.
Başbakan bankalara kızacağına, bankaları anlamaya çalışsa daha iyi olurdu...

Pazar, Kasım 16, 2008

Peki ne olacak?

Piyasalar en azından Pazartesi günü şöyle bir tablo bekliyordu: Nasıl olsa Başbakan bir IMF anlaşması ile döner...
Ama öyle olmayacak. İster yerel seçim manevrası diyelim, isterse pazarlık; çapa niteliği olacak bir ekonomik program için zaman geçtikçe etkisi de azalıyor.
Tavsiyem: "Gözler kalbin aynasıdır"!
Ne demek istedim?
Açıklayayım...
Başbakan Erdoğan'ın önceki gün Washington'da televizyonlara açıklama yaparken, arka planda (sağında) Mehmet Şimşek, (solunda) Nazım Ekren vardı. Ben Zeki Müren'in dediği gibi yaptım, "gözlerim iki bakanda, kulağım Başbakan'da idi"...Gördüklerim hiç de kendine güven duyan bir duruş sergilediklerine ikna olamadı. Her ikisi de 'durumdan memnun olmayan' ve 'kaygılı' gözlerle bakıyorlardı. Benzetmek gerekirse 'yakını trafik kazası geçirmiş bir aile efradının, acil servis kapısında endişeli bekleyişle bakan gözleri' dikkat çekici idi.
Her ne olursanız olun, hangi makamda oturursanız oturun: İletişim herşeydir...

Döndük netekim: Kendi ümüğümüzü sıkıyoruz neticede...



G20 Toplantısına katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu toplantı öncesinde IMF Başkanı ve yardımcısı ile de görüştü.
IMF ile olan ilişkiyi "ümüğümüzü sıktırmayız' çerçeveside özetleyen Başbakan Erdoğan, işte şu fotoğrafta da görüleceği üzere 'kendi ümüğümüzü sıktığımızın' resmini veriyor.

Türkiye ne bu toplantılarda, ne de IMF ile yaptığı görüşmelerde henüz elle tutulur bir şey sağlayamadı.