Cumartesi, Ocak 24, 2009

Hayatta hatalar yoktur; tercihler vardır!

Geçen gün bir gazetede ekonomi yorumu okurken, şunu tekrar sorguladım: "Acaba anlatılan fikir, yazılan yorum çeşitli 'pozisyonları' içeriyor olabilir mi?"

Tabii ki ideolojik, hayat tarzına yakın, inançla, sabit fikirlerle, işkembeden sallayan yazılara tanık oluyoruz. Ama manipülasyan içeren yazıların yazarları yok mudur? Veya daha da öteye götürelim: ilgili otorite tarafından 'işlem yasaklısı' olarak savcılığa suç duyurusunda bulunulan yazarlarımız var mıdır? Ben olduğunu biliyorum. Ama söylemem. Hala da görev başındadırlar...

Bugünkü programımızı Çetin Altan'n yazdığı bir fıkra ile bitiriyoruz sevgili okurlarımız:

Genç bir erkek, yakın bir arkadaşına rastlamış ve akıl danışmaya kalkmış ondan:- "Tam bir çıkmazın içine düştüm" demiş. "Çok güzel ve çok genç bir kızla, aynı zamanda zengin mi zengin yaşlı bir kadınla tanıştım. İkisi de evlenmeye yatkın benimle. Ne var ki güzel ve genç kızın meteliği yok, çok zor durumda, ne yapacağımı bilemiyorum".

Arkadaşı:- "Bak dinle", demiş; "hiç tereddüt etme, senin gibi genç bir erkek için güzellik, gençlik, aşk önemlidir. Ben senin yerinde olsam, yaşlı kadının zenginliğine bakmam; yoksul bile olsa, hayatımı hemen o güzel kızla birleştiririm".

Tam bir çıkmazın içine düştüğünden yakınan genç:- "Çok haklısın", demiş; "hemen senin söylediğin gibi yapacağım. Çok büyük bir mutluluk, insanın senin gibi dostlarının olması".

Arkadaş:- "Hiç teşekkür etme bana" demiş; "ben içimden geçenleri söyledim. Bu arada şayet o genç kızla evlenirsen; bana da belki yaşlı kadının adresini verebilirsin."

Genelevdeki bakire...

Türkiye'de özel sektörün uğraştığı işler, daha doğrusu kamuoyuna çıktıklarında söyledikleri sözler, Türkiye'nin OECD ülkeleri içinde PISA testi sıralamasıyla uyumludur.
Malum PISA testi: Okuma, matematik bilgisi ve becerisini, kişinin bilime yaklaşımını ölçen bir test. Türkiye ise bu sıralamada sondan ikincidir. Bunun anlamı: Zırcahiliz!
PISA ile ilgili detaylı ekonomi köşe yazılarına buradan ya da şuradan ulaşabilirsiniz
Konumuza dönelim...
Meşhur 'sicil affı' yasalaştı. Bakın sanayiciler bu girişimi nasıl karşılamışlar: şuradan okuyabilirsiniz.
Meseleye dönelim.
Aklı başında ve bu işlere vakıf biri, sicil affının içi fos ve 'dostlar alışverişte görsün' yasası olduğunu bilir.
1. Krediyi kullandık. Ama faiz ve anapara ödemelerini yapmadık. Geciktirdik. Bizim borcumuzu ödememe halimiz, krediyi kullandığımız banka tarafından Merkez Bankası'ndaki Risk Merkezi’ne bildiriliyor.
2. Merkez Bankası, bizim durumumuzda olan kişi ya da kurumlara ait bilgileri diğer bankalara bildiriyor.
3. Kullandığımız kredinin ödemelerini yapmayan bizim gibi kişiler, daha sonra kredi borçlarını tamamen ödeseler bile, bankalar bu kayıtları 3 yıl tutmaya devam ediyor. Ancak, borcun ödendiği bilgisi de yine diğer bankalara ulaşıyor.
4. Merkez Bankası’nın fonksyonu, bilgi trafiğini yönetmek. Yani toplama ve dağıtma merkezi olmak.
5. Gelen ve giden tüm bilgiler, bankalardan bankalara olduğundan, bilgilerin nihai olarak tutulduğu yer, tek tek her bankanın kredi risk birimleridir.
6. Merkez Bankası kendi elindeki ‘kötü sicil’ bilgilerinin tamamını silse bile, bu bilgiler bankalarda duruyor olacak.
7. Yasa çıktı: Merkez bankası bu kayıtları silecek.
8. Ama bankalara kimse birşey diyemez.
9. Bankalar, hiçbir kredisini batırmak için kredi tahsisi yapmaz. Bu 'sabıka' bilgilerini tutacaklardır.
10. Bankaya başvuran ama eskiden 'sabıkası' olan birine, sadece şu söylenecektir; "krediniz onaylanmadı"!
11. Dolaysıyla bu yasa işe yaramaz. Meclis'in mesaisi boşa harcanmış, safiyane vatandaş kandırılmaktadır.
12. Bu yasa iyidir, işe yarar demek de Hükümete hoş görünme çabasından (Bakan Çağlayan'a) başka birşey değildir.

Sonradan ilave not: Bu yasanın savunucusu Bakan Çağlayan'ın sözlerini okumanızı tavsiye ediyorum. Bu yasanın çalışmayacağı ve 'işin Allaha kaldığı' ne kadar belli.

Cuma, Ocak 23, 2009

"Serbest şehit ekonomisi..."


Türk toplumunun milliyetçiliği, muhafazakarlığı, şanlı geçmişiyle övünmesi...peh...hikaye anlatmayın bana.
Yurt savunması, Çanakkale savaşı desem? Orada yaşamlarını kaybeden binlerce Anadolu gencinin mezarları desem? 'Şehit' demiyorum, çünkü utanıyorum. Neden? Üzerinde gezdirilen iş makinaları ve kepçelerle mezarlarının altüst edilmelerinden, saygısızlık yapılmasından...
NTV Tarih dergisi Ocak ayında ilk sayısını çıkardı. Dergi çok güzel. Tarih ve mekan ilişkisi çok güzel kurulmuş. Propogandist ya da sıkıcı tarih dergilerinden değil.
Derginin yayın yönetmeni Gürsel Göncü, Çanakkale'deki muharebe alanlarına yapılan saygısızlığı (İngilizler, Avustralyalılar ya da Yeni Zelendalılar değil, biz Türkler yapıyoruz) çok güzel anlatıyor.

"...son beş yılda, ANZAC Koyu'nun fiilen ortdan kaldırılması, ilk hat Türk siperleri üzerine otopark inşa edilmesi, muharebe alanlarından geçen yolların genişletilip asfaltlanması (daha çok otobüs, daha çok insan, daha çok para...) restorasyon adı altında orijinal muharebe anı ve izlerinin silinmesi (Ertuğrul Tabya), yanlış ve eksik levhalandırma, dev bayrak dikimleri, yıldönümlerinde gülünç tarihi canlandırmalar, trilyonlara mal olan ve kısa sürede foslayan projeler (rüzgarda mahvolan 'her şehide bir gül'ler, parçaları insanların kafasına düşen Şehitler Abidesi'nin tavanına 'mozaik bayrak', duvarda boyası dökülen şehit isimleri) yapma, Kilya Köyü girişinde fiilen yemekhane-ticarethaneye dönüştürülen tanıtım merkezi açma gibi işlere imza attılar."
Çanakkale muharebe alanları ile ilgili çalışmaları ve rehber kitabı bulunan Gürsel Göncü, "bir anma alanından çıkarılıp, 'serbest şehit ekonomisi alanına' ve müteahhit cennetine çevrilen tarihi muharebe alanları, bu yıl da yeni ilan edilen 'tesislerde' tarihi nutukları atacak devlet büyüklerini ağırlayacak." diyerek bitirmiş haberini...


Çarşamba, Ocak 21, 2009

"Hayat zaten bir dans..."

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrunisa Gül, 4 Ocak 2009 günü Kanal D'de Güneri Civaoğlu'nun hazırladığı Şeffaf Oda adlı programa katılmışlardı.
Soru:" Dans eder misiniz?" idi.
Yanıt:"Hayat zaten bir dans" olmuştu! Yani geçiştirme!
Örneğin böyle bir durumda bana sorsalardı, "hayır etmiyoruz" diyebilirdim. Nesi ayıp bunun?
Yani hem muhafazakarsınız, hem de bunu pek ortalığa vermekten kaçınıyormuşsunuz gibi davranmak ne kadar doğru?
Dans edersiniz ya da etmezsiniz. Bu tercihtir. Kimsenin diyecek birşeyi olamaz. Ya da 'size ne?' dersiniz. Ya da, hiç söyleşi ve dolayısyla soru da kabul etmezsiniz.
Ama hem bu işlere soyunayım, hem de 'teğet geçeyim' olmuyor...

Neyse, bugünkü 'programımızı' dün görevi devralan Barack Obama ve eşi Michelle'in dans görüntüsü ile bitiriyoruz.
Fotoğraf: AP

Salı, Ocak 20, 2009

Bu nasıl bir zihniyet? Ya da sırnaşıklık?

Hikaye şöyle başlıyor: Bir bankanın müşterisi, bu bankadan aldığı kredi kartı için kendisinden tahsil edilen kart ücretinin iptali için Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvuruyor...
Olay daha sonra şöyle gelişiyor...
Heyet, müşterinin kabaca 50 TL'lik kredi kartı kullanım ücretinin iptaline karar veriyor.
Banka ne yapıyor?
Kararın ardından, müşterinin kredi kartını iptal ediyor.
İptal gerekçesi müşteriye şöyle anlatılıyor: "Karara itiraz edilmesi için yapılacak masraf iade edilmesi gereken kart bedeli tutarından fazla olduğundan, karara itiraz edilmeyerek, ilgili tutar kredi kartınıza iade edilmiştir. Tüm kredi kartı müşterilerimizin kredi kartı yıllık ücreti tahsil edilirken, bu hizmetlerin size ücretsiz verilmesi müşteriler arasında ayrımcılık yapma sonucunu doğuracaktır ki, bu da bankamız açısından kabul edilemez. Kredi kartınız iptal edilerek kullanıma kapatılmıştır".
Müşteri ne mi yapıyor? Ben okuduğumda gözlerime (pişkinliğe) inanamadım: Müşteri, tazminat davası açıyor!
Onun da gerekçesi şöyle:
Müvekkil, davalı bankanın uzun süredir müşterisi olarak bankacılık enstrümanlarını kullanmaktadır. Müvekkilin 50 TL gibi fahiş bir kart ücreti ödemesini gerektirecek bir sözleşme mevcut olmadığı gibi, davalı şirket müvekkile kart üstüne kart göndererek (sözleşmesiz olarak) aynı limite tabi farklı kartlardan ücret almak çabasına girmiştir. Davalı banka müvekkili yargıya başvurduğu için cezalandırma yoluna gitmiştir. Davalı bankanın bu keyfi hareketi müvekkilin elem ve ızdırap çekmesine sebep olmuştur. Kamusal hizmet veren davalı bankanın bir ilam sebebiyle müvekkili cezalandırması kabul edilemez niteliktedir."
Nasıl ama?
Müşterinin ve dahi sokakta çok sayıda bulabileceğiniz insanın zihinsel yapısı şöyle görünüyor:
1. Banka kamusal hizmet verir.
2. Banka sözleşmesiz gönderirse sormam, kartı kullanırım, ek kart dahi çıkarırım.
3. Banka bana dönüp bundan yıllık kullanım ücreti isterse çamura yatarım.
4. Çamura yattığım gibi kredi kartını da kullanmaya devam ederim.
5. Kartı iptal mi etti? Hemen dava açar itiraz ederim. Ne cüret yahu? Böyle elem böyle ceza mı olur?
Bu örnek bakış açısı her alanda çoğaltılabilir.
"Devlet ve dahi bankalar, vatandaşa ve şirketlere kredi vermek, cebine para koymak zorundadır. Vermezlerse bağırır çağırır ortalığı birbirine katarız.
İşin içine, milliyetçilik ve vatanseverlik baharatı da katarız."
Utanmaz, arsız ve sırnaşık bir toplum olma yolundayız. Siyasetçilerin her birkaç yılda çıkardıkları vergi affı, sigorta primi affı, sicil affı vb. gibi kararlarla: ticari ahlaksızlık normal, vergisini primini zamanında yatırmak enayilik oldu.
Toplumsal yaşamın içinde de bu adamlarla karşılaşmaktan utanıyorum.

Pazar, Ocak 18, 2009

Kim Olursan Gel...?

Evet, bu sözler Mevlana'ya ait.
Adamın biri (Olasılıkla Konya'dan) Yeni Zelenda gibi uzak bir diyara uzanıyor. Orada çalışıyor ve de bir kebapçı dükkanı açıyor. Adını da 'Mevlana Cafe' koyuyor.
Sonra birgün musevi (İsrailli) birileri dükkana adım atmaya kalkınca, bunları içeri almayıp 'Israil savaşı durdurana kadar, İsrailli girmez' diyerek kovuyor.
Hangi Mevlana? Hangi torun? Ama şu var ki, bunlar ırkçının daniskası.
Hani bizim konukseverliğimiz, hani bizim hoşgörülü insanımız, hani bizim Anadolu sıcaklığımız?
Hepsinin safsata olduğu çok açık değil mi?
Bundan iyi veciz bir durum komedisi olabilir mi?
'Mevlana Cafe'mış...Sen onu 'Irkçı kelle-paçacı' yap...
İsrail'i protesto etmek başka, bizim cahiller gibi ırkçılık sokağına sapmak başka...

Fazlası için: şurası

Çarşamba, Ocak 07, 2009

"Benim Yalnız ve Güzel Ülkem..."

Nuri Bilge Ceylan, geçen yıl Mayıs ayında Cannes'da Üç Maymun filminden dolayı 'En iyi yönetmen' ödülünü alırken, şu sözleri söylemişti;
"Benim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum" !

Önceki ay, Berlin'deki Pergamon Museum'u gezerken, Bergama'dan Berlin'e 'taşınan' Zeus Sunağı'na bakarak hüzünlendim; anımsadığım ve içimden geçen sözler de buydu...

Sunağın 'çalındığını' çok açıkça söyleyemiyoruz: Çünkü sunağın Türkiye'den Almanya'ya taşınmasına zemin hazırlayan anlaşmayı imzalayan kişi dönemin padişahıdır!

Bu sunağın yurtdışına 'yürümesinin' öyküsünü çeşitli kaynaklarda okuyabilirsiniz. Özellikle, Kültür Bakanlığı ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan "Yitik Mirasın Dönüş Öyküsü" adlı kitaptan.

Bu kitapta 'dönemeyen mirasın' da öyküsü var tabii ki.

Bu sahipsizlik ve yalnızlık, yoksulluk çok iç acıtıcı doğrusu.

Berlin'deki müzeler adasının en ihtişamlı bölümlerinden biri; işte bizim yalnız ve güzel ülkemizin eşsiz coğrafyasında yer alan bir tarihsel anıtın...

Salı, Ocak 06, 2009

Konuşma yazarı olmak ciddi bir iştir...

Başbakanlık Basın Sözcüsü Akif Beki bugün görevinden ayrıldı.

Bununla ilgili detayları merak edenler gazetelerden ya da internet sitelerinden okuyabilirler.
Bizim dikkat çekmek istediğimiz; yaklaşık 3.5 yıldan beri bu görevde olan Beki'nin, Başbakan Erdoğan'ın konuşma metinlerinin de yazarı ve denetleyicisi olması.
Çoğu zaman bu satırlarda eleştirerek dikkat çekmiştik, ülkenin Başbakanına çok temel hatalar yaptıran konuşma metinleri yazıldı şimdiye kadar. Ekonomi konusunda da, "1923'den bu yana 79 yılda 200 milyar dolarlık bir ekonomiye gelmişken, biz iktidara gelince 2007 itibariyle 600 milyar dolarlık bir ekonomi yaptık" gibi sözler de bu konuşma yazarlığı vizyonundan çıkmıştı.
Hamasi konuşmalar yazmak kolaydır, zira resmi tarih ideolojisi ile yetişen bir kuşaktan bahsediyoruz.
Bakalım şimdi Ankara'da nasıl bir 'vizyon' gelişecek? İyiye doğru mu? Kötüye doğru mu?

Not: Obama'nın konuşma yazarlarına ilişkin örnek de bir sonraki yazımızda yer alacak.