Pazar, Eylül 06, 2009

'Trafikte dikkat 10 bin hayat' ve sorular...


Kasksız biçimde motorsikletli trafik polisinin arkasında seyahat ederek İstanbul Atatürk Havalimanı'na gelen kişi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün oğlu. Muhtemelen 18 yaş altı. Yani reşit değil. Yani sorumluluğu ailesinde. Yani suç işlese anne ve babasına soracaklar.
Oysa babasının, yani 'eşitler arasında birinci' olan Cumhurbaşkanı Gül'ün seçildiğinde ilk yaptığı iş, sosyal proje olan 'Trafikte dikkat, 10 bin hayat' sloganlı kampanyaya destek vermek, TV ve gazete ilanlarına çıkmak olmuştu.
Bakalım şimdi nasıl 'inandırıcı' olacak?
Ne diyecek? Ben en azından özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi de, İstanbul Emniyet Müdürü bu polis memuru hakkında işlem yapacak mı?
Trafik polisine trafik cezası kesilecek mi?
Trafik polisine talimat veren kimselere birşey sorulacak mı? En azından 'çocuğun babası' olarak Abdullah Gül birilerine soracak mı? Kim bindirdi bu çocuğu oraya diye...
Bunlar normal olan ülkelerde anormal olan hareketlerdir.
Bakalım biz normal bir ülke miyiz? Göreceğpiz bakalım...

Cuma, Eylül 04, 2009

Alın verin, ekonomiye can verin!

Reklam Konseyi ekonomik daralmaya karşı küçük de olsa bir kampanya yürütüyor. İşe yarayacak demek zor. Ancak bunun olumsuz psikolojiye karşı yararı olduğu söylenebilir.
Bir reklam kampanyası bu, izlemişsinizdir. Ya da gazete ilanlarını görmüşsünüzdür.
Deniz Gökçe, Yaman Törüner, Akın Öngör ve Meliha Okur oynuyor.
Yaman Törüner'in oynadığı bölümde; bir kadın kucağında kız çocuğuyla oyuncakçıya geliyor. Yaman Törüner oyuncakçı rolünde. Kadın ya da çocuk birşey demeden "güzel kız, tatlı kız bak sana bu oyuncağı veriyorum al bakalım" diyerek bir gemi veriyor. Kadın parayı uzatıyor oyuncakçı Törüner de parayı tezgah altına atıyor. Kadın çıkıp gidiyor. Fiş falan verilmiyor!
Sonra oyuncakçı "alın verin, ekonomiye can verin" diye konuşuyor.
Deniz Gökçe, bu kampanyayı eleştiren Mehmet Y. Yılmaz'a şu yazıyla bindirdi. Ardından ise Mehmet Y. Yılmaz şu yazıyla yanıt verdi. Tartışmaya Yılmaz Özdil de katıldı.
Söylenenlerden biri: Oyuncakçı fiş vermiyor!
Bir diğeri ise: Kız çocuğuna oyuncak bebek varken gemi veren oyuncakçı olur mu?
Haksız sayılmazlar!

Borsa tahmin tüyosu!

İlkokul öğrencileri, profesyonel olmayan amatör yatırımcılar, hatta 'anneanneleriniz' nezdinde prestij kazanmak istiyorsanız dikkat;
İMKB'nin nasıl seyredeceğine ilişkin günlük tahmin yapmak istiyorsanız, bunun basit ve yaklaşık olarak tutturabilme yöntemini söyleyelim.
Sabah internetten ABD'de New York borsasının nasıl kapandığını kontrol edin. Bir de kapanmak üzere olan Tokyo ve Şanghay borsalarının seyrine bakın. Örneğin eğer yüzde 1.5 düşüş varsa "İMKB 1000 puan düşer" diye yorumda bulunun.
Bunu da sabah erken saatlerinde söyleyin!
Eğer yerel unsurlarda kayda değer bir gelişme yoksa göreceksiniz çok fazla yanılma payınız olmayacak, müthiş hava atacaksınız!
Çünkü dünya borsaları, finansal piyasalar öyle bir entegrasyon içine girdi ki, gündelik hareketlerde tahmin şaşması pek olanaklı değil artık.
Eğer bunu sizden bir başkası daha yapıyorsa hemen kovalayın gitsin!

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

Faydalı bir eser

Ülkelerin kişibaşı ulusal gelirini merak ediyorsanız, zaman zaman gerekiyorsa, pratik bir tablo: Bir click yeter!

http://snippets.com/what-is-the-gdp-per-capita-for-every-country.htm

Kaynağı ise CIA.

Salı, Ağustos 25, 2009

Şimdi reklamlar!

Bir arkadaşım yolladı. Romen ekonomi gazetesinin TV reklamı. Şaşırtıcı, ezber bozucu, merak uyandırıcı...

İzleyin...



Çarşamba, Ağustos 05, 2009

Ekonomi 101: Arz ve talep

Hayır kaçmayın hemen. Konuya popüler bir giriş yapacağım birazdan.
Şu ve bu satırları okurken aklıma geldi. Yazar diyor ki "Divan Palmira'da bir bira 35 TL. Şaka gibi."
Ben de diyorum ki; gitmezsen sorun olmaz. Gitmek zorunda mısınız? Hastane, nüfus idaresi gibi kamu alanı değil. Gitmezsiniz olur biter.
Ama "Ben gitmek istiyorum, ama bu parayı da vermek istemiyorum" diyemezsiniz. Bu fiyatlama, yazıda gayet güzel biçimde 'resmedilen', orayı 'in' hale getiren kalabalıklar yüzünden oluşuyor. Özetle; ekonomideki arz ve talep dengesinin talep lehine bozulması söz konusu.
Ayrıca, "Ben burada birayı 5 TL'ye içmek istiyorum, ama burayı istila eden kalabalık biranın 35 TL olmasına yol açıyor" demeye kalkışmanız da, çok tuhaf olurdu. Herkes kendi çapında seçkindir, öyle değil mi?!
Bu yazıları okuyunca, "ben neden bundan şikayetçi değilim?" diye kendime sordum.
Dert edinmiyorum, çünkü 'Orada olmak' gibi bir derdim yok. 'Orada olmazsam, toplumdan dışlanırım' diye derdim de yok. 'Görmek ya da görülmek' gibi kaygılar olmadan, sessiz sakin bir tatil yapabileceğim, kaliteli mutfak ürünü yemekler yiyerek iyi şarapları tüketeceğim, ama yer rantını ve talep primini görece çok düşük ödeyeceğim binlerce yer sayabiliyorum.
Bu primi ödemek ağır geliyorsa oraya gitmezsiniz. Bizatihi sizin bu davranışınız fiyatı düşürür.
Yazarak da başkalarının talebini düşürür müsünüz bilemem? Ama biraz da katkısı olur herhalde!

Tarihe kayıt

Baştan söyleyelim: Bu bir yatırım önerisi ya da tavsiyesi değildir.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de borsa endeksi 'hiçbirşey olmamış piyasası' seviyesine ulaştı: Kabaca 44.700 seviyesindeyiz.
Tahminimiz, bu seviyenin orta vadede 'zirve' olduğudur.
Bekleyelim ve de görelim.

Pazartesi, Ağustos 03, 2009

Kötü yönetim örneği: İKSV, BKM ve Biletix

Leonard Cohen birkaç gün sonra (5 ve 6'sı) İstanbul'da konser verecek. Bilet fiyatları çok pahalı.
işte şöyle:
1. Kategori: 275,00 TL
2. Kategori: 220,00 TL
3. Kategori: 192,50 TL
4. Kategori: 165,00 TL
5. Kategori: 102,00 TL - TÜKENDİ

Şimdi diyelim ki; bu fiyatlara karşın hala konsere gitme niyetinizi koruyorsunuz. Neye bakardınız? Tabii ki "bu 1. kategori, 2. kategori de neyin nesi, konumu nasılmış?" diyeceksiniz. Çünkü bu tarifeye göre kendi kaynağınızı "cost-benefit" terazisine koyacaksınız. Karar vereceksiniz. "Değer" ya da "değmez" diyeceksiniz. Kendi yargınıza göre "değen" bir yerden bilet alacaksınız.
Ancak bu konum bilgisine (kroki), oturma planına hiçbir şekilde ulaşmanız mümkün değil. Tam bir ticari aymazlık örneği var. Oturma planı var ama orada 'kategori 1,2,3,4' neresidir gösterilmemiş.

Pazar, Ağustos 02, 2009

İşte şimdi 'boyutu' önemli!



Ed Stein'ın muhteşem karikatürlerinden biri.

"Tüneldeki ışığı arayanlara ve de günün anlamına uygun: Hoş.

Tamam hızlanıyoruz!


Tamam itiraf etmeliyim ki, blogu biraz bahar filizlerine teslim ettim. Tamamdır, hızlanıyor ve yeni sayfalar açıyorum.

Hemen şu 'krizden çıkıyor muyuz?' geyiği ile başlayalım.

Düştüğümüz 'çukurdan' çıkıyoruz; Doğru. Ama krizden çıktığımız anlamına gelmiyor. Sorun ABD'den başladı. Ama bitmedi. ABD'deki büyümenin mimarı, Amerikan hane halkı halkı tasarruf etmeye başladı ve devam ediyor. Böyle giderse uzun bir süre 'sıfır ila yüzde 1' gibi bir aralıkta seyrederler. Bu da küresel olarak büyüme eğilimini yükseltmez.

Sürünerek büyüme dönemi başlamıştır.

İşte Newsweek dergisi de 'günün anlam ve önemine' güzel bir katkı yaparak, pek de hoş bir kapak yaratmış: "Resesyon sona erdi!" balonu ve altındaki çuvaldız (*canlanmanın bekası için iyi şanslar) yazıyor!


Çarşamba, Temmuz 29, 2009

Bu nasıl hesap?

Malum ödemeler dengesi hesaplarında kaynağını bilemediğimiz bir 18.3 milyar dolarlık net hata ve noksan var. Kimi, böyle bir farklılığın kriz dönemlerinde ortaya çıkabileceğini düşünüyor, kimi araştırılması gerektiğini, kimi ise 'Irak'tan girdi, İran'dan girdi' gibi palavralar atıyor.
Son dönemde özellikle basın bu konuya sardırdı.
İşte son örneği de, ekonomi konusunda her zaman sınıfta kalan Kanal D'nin yaptığı habere bakın...
Komplo teorisi meraklıları zevkle izleyebilir. Anca bu teorileri kapıdan içeri sokmayanlara söylenecek olan şu; gelin hesap yapalım, olur mu, olmaz mı?
1 Ton altın kabaca 30.5 milyon dolar. 20 Ton eşittir 611 milyon dolar. Oldu mu şimdi? Olmadı tabii ki. Çünkü sen ne diyorsun haberde? 7.5 milyar dolar nakit, 20 ton altın. Ne için söylüyorsun bunu? 18.5 milyar dolar için!

Salı, Temmuz 28, 2009

Kasabamıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!

Yok yok yanlış anlamayınız; Avusturya'da bir kasaba burası. Bu da, kasabanın çıkışındaki levha. Konu ise kasabanın isminin İngilizcedeki '**ki*me' anlamına gelmesi. Kasabalı bu addan da, bu adın getirdiğinden de 'illalah' demiş.
Kasaba çıkışındaki bu levha önüne gelen bazı tipler, ya sevişiyorlar, ya da çıplak poz veriyorlarmış. Adın 'Fucking' olursa, başına da bu gelir ne yapalım...

Kasabalılar da, bu girişimlerin önünü kesmek için kamera koymuşlar...İşe yarar mı sizce?
Hikayenin aslını okumak isterseniz burada.
Madem uzunca arayı geyikle açtık, devam edelim. (Söz veriyorum, sonraki bloglarda devamı gelmeyecek!)
Bu hikayeyi okurken, benim aklıma eskilerden bir fıkra aklıma geldi;
Bir Türk çift ABD'ye gidiyorlar. Orada gittikleri kentte ev tutmak için emlakçı arıyorlar. Neyse ev bulunuyor, emlakçı ile eve bakmaya gidiyorlar.
Evde mutfağa bakarlarken, kelimeleri uzata uzata konuşan kadın, eşine "Bu mutfak çok u-fak, tut-sak mı tutma-sak mı?" demiş...Kocasının henüz birşey demesine fırsat kalmadan emlakçı atlamış; "No fucking and sucking in the kitchen"!

Perşembe, Haziran 25, 2009

Vatandaş ne ister?

İşler eskisi gibi değil. Mektup yazmak falan kalmadı artık. Tüm iletişim kanalları açık. İsteyen Başbakana mesajını iletebiliyor. Bakın Konya'dan Başbakan'a mesaj yollayanlar ne istemişler?
-Köy ve yayla yollarımızı yaptırın.
-Sokak lambalarımız yanmıyor
-Başbakanımıza mektup verdim okudu mu? neden cevap vermiyor?
-Uyuşturucu kullanıyorum madde bağımlısıyım beni kurtarın.
-TOKİ kura çekiminde hile yapılıyor.
-Cep telefonuma çok reklam geliyor rahatsız ediyor önlem alın.
-Piyasada porno Cd'leri satılıyor toplatın.
-İl Sosyal İşler müdürlüğü bakım ücretimi kesti tekrar bağlatın.
-İnternet kafeleri kapatın çocuklarımızın ahlakını bozuyor.
-Havaalanlarındaki otoparklar çok para alıyorlar.
-Dedemin mezarını devlet olarak yaptırın.

Kredi kartının neredeyse devletin sağladığı sosyal dayanışma kartına dönüştüğü bir ülkede, yukarıdaki istekler 'oldu canım, hemen' dedirtiyor doğrusu...

Pazar, Haziran 21, 2009

İşyerinde dedikoduya fren nasıl yaptırılır?


"Ağzınızdan “başkasının iş yapışı ve davranışları” konusunda çıkan her cümleden sonra karşılıklı yüzleşeceğinizi bilirseniz, 'gerçeği, sadece gerçeği' söylemeyi öğreniverirsiniz."

Uğur Özmen, iş ve yönetim konularını ele aldığı eğlenceli blogunda, "dedikodu yerine sadece iş geliştirmeye yönelik enerji sarfiyatı nasıl yaratılır?" sorusunu yanıtlıyor.

Salı, Haziran 16, 2009

Mahalle bakkalları neden kazıkçıdır?

Ekonomiturk'de Barış'ın bu sorusuna aşağıdaki yanıtı bıraktım:

Mahalle bakkalları neden kazıkçıdır?
Kazıkçıdır; çünkü, veresiye satar. Yani çoğunlukla nakit ödeme karşılığı değil, kredili satış. Bir nevi açık kredi hesabına borç kaydı yapar.Bakkallar müşterilerini tanır.Bu bir nevi tefeci kredi borçlusu ilişkisidir. Alacağını tahsil edememe riski de yüksektir.Bu nedenle, bu risk primini sattığı malın fiyatına yedirir. Böylece risk primini ya da 'kazığı' herkese paylaştırır!Durum budur!

Cumartesi, Mayıs 16, 2009

Bu nedir sizce? (Zihinsel karantina)


Bir hastane bahçesi burası. Hastanedesiniz, bahçede üç sıralı sandalye ile karşılaşıyorsunuz. Nasıl bir anlam yüklemelisiniz? Ne yapmalısınız?
Durun fazla zorlamayın kendinizi, zira akıl yürütülen bir ülkede yaşamıyorsunuz. Akıl yürütenlerin de mantıklı bir sonuca ulaşması olanaklı değil zaten. Sondan başlayarak söyleyelim.
Olay İstanbul'da geçiyor...
Burası Haseki Hastanesi'nin bahçesi.
Domuz gribi şüphesi ile havaalanında karantinaya alınan ABD'li kişi bu hastanede gözlem altında tutuluyor. (Bu hastane daha önceden bu vakaların karantina merkezi olarak seçilmişti)
Bu üçlü sandalye de, diyor ki;'burası karantina alanı, girmeyin'...
Hala anlamadınız mı?
Benim merak ettiğim şey; en küçük kasabalarda bile 'mahallemize katkısından dolayı, belediye başkanımız bilmem kim beye çok teşekkür ederiz' pankartları astırma becerisi göstererek milletvekili, hatta bakan olan politikacıların olduğu bir ülkede "BURASI KARANTİNA ALANIDIR- GİRİLMEZ" diye bir pankart akla gelmiyor mu?
Acaba bu sandalyeleri koyan zihniyet, başkalarını da 'büyükbaş' olarak mı görüyor?
PISA testi diyorum, başka birşey daha demiyorum.
Not: PISA testinin 'köylü kurnazlığı', 'kasaba uyanıklığı' gibi 'yetenekleri ölçmediğini kuvvetle vurgulamak isteriz!
Not2: Bazılarımız bu haberi 'yurdum insanı hahaha' diye de okuyabilir, bunu da 'şapşallığa övgü' olarak görüp ses çıkarmayız!
Haber ve foto Kaynağı: Hürriyet

Pazar, Mayıs 03, 2009

Yenisinin yenisi

Bir toplum bu kadar mı cahil ve beleşçi olur?
'Rüzgar' devam ediyor...işte bakın buradan 'yakın'...!

Cuma, Mayıs 01, 2009

İşte bir yenisi...

Haber şöyle:
Adana'da TC kimlik numarasının son rakamı 4 olanlara ''Anneler Günü'' hediyesi olarak bir banka tarafından 400 TL verileceği söylentisi üzerine bazı kadınlar banka şubelerine gitti.

Çarşamba, Nisan 22, 2009

Toplum ne ise aynası da o..."Aman vatandaş haşlanmasın"!

Zaman zaman tartışma olur; "Efendim bu milletvekilleri şöyle, böyle olur mu?" gibi birçok konuda şikayet ederiz. Örneğin bir yasa görüşmesinin en geceyarısına denk gelen bölümünde araya milletvekillerine kıyak maaş içeren bir teklif yapılır. Ertesi gün bir kıyamet kopar. "Vekile var, aslına yok" gibi klişe başlıklar gazetelerde...
Aslında bunu şöyle okumak gerekiyor: Asıl neyse vekili de o!
Öyle ya Meclis'e gönderdiğimiz vekillerimiz toplumu temsil etmiyor mu? Toplum neyse onlar da o. Uzaydan gelmiyorlar.
İşte şu ve bu haberleri toplumun aynası olarak görürüm ve hiç mi hiç şaşmam.
Bu haberlerden birinde en güzeli de şu:
Kütahya Simav'da 17 Şubat günü bir deprem oluyor. Daha sonra, ara ara artçıları oluyor. Bunlardan biri de, dün olunca şöyle bir 'geyik' hızla yayılıyor. Geyiğin şahı aslında bu!
Düşünün siz Ahmet Mete Işıkara'nın, dün saat 19.02'de 3.2 büyüklüğünde deprem olunca hemen Simav’da tanıdığı birkaç kişiyi aradığını ve...
“Bu gece Simav’da 7 büyüklüğünde deprem bekliyorum. Vatandaşları uyarın. Evlerini terk etsinler. Bunun yanında Eynal Kaplıcaları İşletmesi'ni de aradım. Sıcak suların vanalarını açmalarını istedim. Yoksa Simavlı bu gece saat 22.00- 23.00 saatleri arasında meydana gelecek 7 büyüklüğündeki büyük depremle yerle bir olacak. Vatandaş kaynar sularda haşlanacak” dediğine kayıtsız şartsız inanıp ortalığı birbirine katıyor, paniğin şahını yaratıyorsunuz!
Yani bir bilim adamının hem depremin olacağını bilip, ilk aklına gelen yerin "aman vatandaş haşlanmasın" diyerek Eynal Kaplıcası olacağını, bunu da tanıdığı birkaç kişiyi arayarak yapmasını düşünmenin nasıl bir beynin ürünü olabileceğini anlamaya çalışıyorum...Yok yok bu cehalet sandığımdan daha kötü bu ülkede...Daha doğrusu yoksulluk mu demeliyim?

Perşembe, Nisan 16, 2009

Salih Neftçi'ye Saygı...

Salih Neftçi ekonomi dünyamıza yaklaşık 1994 gibi girdi. Anımsadığım kadarıyla, Çiller'in beyin takımı arasındaydı. Ama akıllı biri olarak Çiller'den hemen uzaklaşmayı bildi. Belki de Çiller, O'nun akıllı biri olduğunu düşünüp devre dışı bırakmış olmalı. Neyse, işte bu 'devre dışı' kalma olayı, Neftçi'yi Hürriyet gazetesinde köşe yazarı yaptı.
Uzun bir süre Hürriyet'te yazılar yazdı. O dönemde Deniz Gökçe tarafından kötümserlikle suçlanarak eleştirildi. Gökçe, Neftçi'ye ilişkin yazılarında onu hep 'Ziftçi' diye niteledi.
Aslında, Neftçi; hep dış dünyada olan biteni, havayı, atmosferi aktarıyordu.
Yazıları kesilene kadar, hep dış dünyadaki nabzı vermesi açısından önemli buldum ve yazılarını o gözle izledim.
Çok çalışkan biri olduğunu duydum. Bir gün Cenevre'de, bir gün Şanghay'da, diğer gün ise New York'ta olup; ders verip, konferans verip, bir yandan da Türkiye'deki gazete, dergi ve websitelerine yazılar yazıyordu.
Yazılarındaki görüşlere katılalım, katılmayalım: Türk ekonomi tarihine iz bıraktı.
Ruhuna huzur diliyorum...