Cumartesi, Şubat 28, 2009

'Faili Meçhul Kıyak'...

Önce burada okudum, sonra ise şurada okudum...


Daha yaratıcı olanını siz düşünün. Ama yapın derim...




Salı, Şubat 24, 2009

Ekonomik durgunluk ve alkol...

Geçmiş ekonomik durgunluklar sırasında gözlenmiş ki, eğlence sektöründe işler 'ters' gitmiş. Yani ekonomik durgunluğun tersi yaşanmış. İnsanlar; işini kaybedenler ve kaybetme korkusu yaşayanlar, kendilerini günlük akış içinde çeşitli küçük harcamalarla avutmaya çalışmışlar. İçki, kitap, sinema, cd, gazete satışları artmış.
Şurada (ekonomik aktivite ile alkol satışları arasında bir bağlantı olmadığı düşüncesi not düşülmüş olsa da), son dönemde ekonomik durgunlukla alkol satışlarının da düştüğü belirtiliyor.
Sayılara bakacak kadar detaya giremedim. Ama grafik, görsel olarak ekonomik yavaşlama ile alkol satışı arasında ilişki olduğunu düşündürüyor.
Kırmızı çizgi alkol satışlarındaki üçer aylık değişim, mavi çizgi ise milli gelirdeki üçer aylık değişim izlenebilir. Kaynak şurası.
Not: Bu yorumdan aylar sonra şu haber gazeteleri süsledi. Yazdıklarımı güçlendirdi. (22 Nisan 2009)

Pazartesi, Şubat 23, 2009

Porno ekonomisi

Sadece yurtdışı seyahatlerde değil, yurtiçindeki otellerde bile giderek sıkça karşılaştığımız bir özellik var: Odalardaki 'yetişkin eğlencesi'!
TV setlerinin yakınında bulunan bir özel kartla ya da TV kumandaları ile girilen oda numarası vs ile doğrulanarak girilen porno kanallarından bahsediyoruz.
Haydi bir tahmin yapın bakalım, otel odalarındaki bu porno kanalların bir yılda ne kadarlık bir ekonomisi var dersiniz?
Çoğumuz, 'kim seyreder ki?' diye kafasını çevirir belki, ama durum hiç de küçümsenecek gibi değil.
Şurada yer alan habere göre: ABD'de 2006'daki hasılat 550 milyon dolar. Otel odasından porno film seyredenlerin, film başına ortalama 15 dolardan, kabaca 37 milyon adet satın alma yapıldığı not düşülmüş.
'Bu filmler kaç dakika seyredilmiş?' gibi soruları merak ediyorsanız kaynağa bakınız!

Pazar, Şubat 22, 2009

Gazanfer Özcan ve vergi borcu üzerine...

Gazanfer Özcan sempatik bir oyuncuydu. Evet, seviliyordu. Onu 'sevenlerden' bazıları, ölümünden sonra şunu dile getirmeye başladılar: "Özcan'ın çok vergi borcu vardı. Katlanarak büyüdü. Devlet sanatçısına sahip çıkmadı".
Zımni olarak söylenen aslında şu: Devlet Gazanfer Özcan'ın vergisini affetseydi ya?!

Gazanfer Özcan, ölümünden önce Star gazetesine söyleşi vermiş. Ona geleceğiz. Ama önce vergi konusunun özel bir konu olduğunu anımsatalım. Özel oluşundan kasıt, sadece ilgili kişiler bu konuda kamuoyuna bilgi verebilir. Yani bizler, şimdi sadece ailenin vereceği bilgilere dayalı yorum yapabilir, fikir yürütebiliriz. Maliye çıkıp da, "Rahmetlinin borcu şu kadardı, böyleyken böyle idi..." diyemez.

Çoğu kişinin yorumu sadece rahmetlinin söyleşide anlattığı çerçeveyi geçemez. Bakın Gazanfer Özcan ne diyordu:

" 2002 senesine kadar evet. Gönül Ülkü hastalandı. Üç yıl onun tedavisi için büyük harcamalar yaptık. Ben by-pass ameliyatı geçirdim. O dönemde vergimizi ödeyemedik. 30-40 bin YTL’lik vergi borcu, faizle katlanarak birkaç yıl içinde 500 bin küsur YTL oldu. 78 yaşındayım ve 500 bin YTL bu hayatta ödeyebileceğim bir meblağ değil. Geçen yıl 110 bin YTL ödedik. Bu anaparadan hiç düşmedi.

-Bu durumu yetkililerle görüştünüz mü?

Başbakan Tayyip Erdoğan’la ve Abdüllatif Şener başbakan yardımcısı iken onunla da görüştüm.

-Başbakan size ne dedi?

Üç sene önce Cevahir Otel’de karşılaştık. Kendisine durumu anlattım. Beni dikkatle dinledi, notlar aldı. Sonra sanırım iş yoğunluğu arasında bize çözüm üretemedi. Ya da talimat verdi de, işlemler yapılamadı. Bilemiyorum.

-Konuyla ilgili başka temaslarda bulundunuz mu?

Tabii ki... Kime derdimizi açtıysak, ‘Bu tamamen yasal bir durum’ diyor. Bir vergi affı çıkmasını beklemekten başka çaremiz yok... Biz milletimize hep hürmet ettik, vergimizi de hep ödedik. Fakat insanlık hali, şimdi hastalık dolayısıyla kabaran vergi borçlarımızın faizine yetişemiyoruz.

-Yanlış anlamayın, fakat 400-500 bin YTL çok büyük para sayılmaz.

Kimileri çok para kazandığımızı fakat kasten ödemediğimizi zannediyor. Hiç alakası yok. Avrupa Yakası’ndan gelen bütün parayı vergi borcuna yatırıyorum. Allah göstermesin, yayından kalksa, defterdarlığa verdiğim ödeme planına uyamam.

-Ne hissediyorsunuz peki?

.. Büyük üzüntü içindeyiz, mahcup oluyoruz. Bu durum bana ağır geliyor. Vaktimiz yaklaşıyor artık. Yaşımız kemale erdi. Bu gidişle, öbür tarafta rahata ereceğiz

-Aman efendim, ağzınızdan yel alsın.

Öyle, öyle. Bazen, gidenlere gıpta ettiğim oluyor. Atıf Yılmaz vefat ettiğinde 1 milyon YTL borcu olduğu ortaya çıktı. Şaşırıp kaldık"

Ben bu durumu nasıl yorumluyorum?

1. Bu durumun nasıl ortaya çıktığını hala bilmiyoruz. Vergi kazanç üzerinden ödenir. Ya da hasılat üzerinden dolaylı vergi (KDV, ÖTV gibi). Yatması gereken, ödenmesi gereken bir tutar vergi dairesinin hesabına yatırılmadığı ortada. Böyle bir durum varsa, rahmetli kendisinin ve ailesinin sağlık sorunlarının tedavisi için 'devletten borç almış' demektir.

2. Hala detay bilmiyoruz. Ama bir tuhaflık var: 2002-2005 arasında 30-40 bin TL kabaca 25 bin dolara karşılık geliyordu. Bu kadar bir meblağın ödenmemesi (ödenememesi), bize 'bilmediğimiz başka şeyler olmalı' dedirtiyor.

3. Ölümüne değin 'Lay-lay-lom' etrafında olan 'sanat dostlarının', bugün Özcan'ın ölümünden sonra "hain devlet borcu hallettmedi" demesi de çok tuhaf. Öyle ya, 78 yaşında bu borcu ödemeye çalışan, yan yollara sapmadan defterdarlıkla ödeme planı yapan, vergi aflarını ıskalamış Özcan'a bir kampanya yapıp yardımcı olsalarmış ya?

4. Bu işte hala bilmediğimiz şeylerin olduğunu, 'tuhaf' dedirten şeylerin başında da, babalarının borcuna ne yaptıkları belli olmayan evlatları geliyor. Acaba konforlarından vazgeçmişler miydi?


Herkesin kendine ait bir perdesi var; onun arkasında ne var? Bilmiyoruz...

Pazar, Şubat 15, 2009

Priceless...

Sevgililer günü için alın başka bir detay da, Kore'den.

Seul'ün güneyindeki Namsan tepesine tırmanan çiftler, önceden satın aldıkları kilitleri burada kilitleyip, anahtarları da uçurumdan aşağı fırlatıyorlarmış; birbirlerine olan aşkın simgesi olarak...İşte bu 'priceless' değil mi?






(Foto: Styggiti)

Aşkımız krize kadar mıydı?

İzlediğim bloglardan biri de Paul Kedrosky'e ait. Kedrosky, Sevgililer Günü için bir araştırma yapıyor: Lokantalarda boş yer var mı? Sonuç şöyle:




Finans merkezi New York'daki durum çok çarpıcı...Ne iş kalmış, ne de sevgili...
Aşk aşk da, pazara kadar mıydı yahu?



Cumartesi, Şubat 14, 2009

Marketteki davulun sesi...

Markete gittiniz. Şöyle bir ilanla karşılaştınız: "iki tane şampuan alana yüzde 25 indirim"!
Çoğumuzun ilgisini çekmeyebilir. "İhtiyacım yokken neden alayım ki?" diyebilirsiniz.
Ya ilan şöyle olsaydı?

Ne diyorsunuz? Göze çok çekici geliyor değil mi?

AMA AYNI ŞEY!

Ha 10 TL'lik şampuandan iki adet alarak yüzde 25 indirimle toplam 15 TL vermişsin; ha aynısının ikincisine yüzde 50 indirim uygulanarak toplam 15 TL vermişsin. Değişen birşey yok.

Ama 'yüzde 50' gibi parlak bir olta tüm sazanları çekmeye yarıyor...

ilginç detaylar...

Şurada yer alan 1. fotoğrafa dikkatle bakın: ABD Hazine Bakanı Tim Geithner'ın masasında neler yer alıyor? Biz olmayanı söyleyelim: Bakan Geithner'ın masasında finansal piyasaları izlediği bir ekran yer almıyor. Yüzyılın krizi çıkmış, oturduğunda masasında göz temasının olabileceği herhangi bir noktada, bloomberg ya da reuters gibi bir ekran yer almıyor.
Bir de, bizim Hazine Bakanımız Mehmet Şimşek'in masasına bakalım: Evet, yanılmadınız var.
Bir Bloomberg ekranı yer alıyor.
Ekonomiyle ilgili bakanların ilgi alanına tabii ki finansal piyasalar giriyor. Ama gerçekten de gerekiyor mu? Hangisi doğru tercih?

Salı, Şubat 10, 2009

Zenginlere sosyalizm, gerisine kapitalizm...



ABD'de yeni kurtarma paketleri yolda. Bugün bankaları kurtarmak için bir yenisi daha açıklanacak. Bugün devlet tarafından harcanan her bir cent, işler yoluna girdiğinde vergi mükellefleri tarafından ödenecek.

Peki kurtarılanlara ne olacak? Şimdiye değin yüksek ücretleri ve bonusları cebe atanlardan istenecek mi? Hayır.

Dünya tersine döndü: Serbest girişim "devlet bizi kurtarsın" demeye çoktan başlamıştı zaten...

İlginç bir dönemden geçiyoruz...


Pazar, Şubat 08, 2009

işte tam da bundan bahsediyoruz..!

'Kriz ve seks' başlıklı yazımızda işte tam da bundan bahsediyorduk...

Cuma, Şubat 06, 2009

Kriz ve seks...


Malum: Amerika'da kriz nedeniyle hükümet harcamalarının artması söz konusu. Şimdi ikinci büyük destek paketi (820 milyar dolarlık) görüşülüyor.
Ama politikacılar zaten söylüyor olsalar da, vergi ödeyenler farkında ki; bugün harcanan dolarlar, yarın (birkaç yıl sonra işler yoluna girince) vergi olarak yine onların cebinden çıkacak. (işte tam da burada üstteki fotoğrafa tıklayınız)
Bizde "tatlı tatlı yemenin, acı acı geğirmesi" olarak tanımlanan bir durum yani.
(Bizde vergi ile tanışmamış milyonlarca kişi olduğundan, vergi mükellefinin toplumsal duyarlılığı gibi bir gelenek de, halk deyişi de yoktur!)
Vitrin konumuza dönelim...
Her destek paketi ile gelecekte cebinden çıkacağı aşikar olan paraların bugün hükümet tarafından banka kurtarmalarının da içinde olduğu alanlara harcanması sıradan vergi mükellefini rahatsız ediyor tabii ki...
İşte bu tişört de o tepkinin bir simgesi...
Tevekkelli 'krizde sevişmeler de azaldı' başlıklı haberlerin artması boşuna değilmiş!!!

Anısına saygıyla...


İktisatçı Prof. Türkel Minibaş'ı kaybettik.

Cumhuriyet'te yazıyordu. Bakış açılarımız farklı idi. Oysa sonradan yine kendisinden öğrenmiştim ki, benim karaladıklarımı öğrencilerine okutuyordu...
Siyah ve beyaz gibi kamplaşmış bir ülkede, kendi duruşunu korusa da, grilerin de olabileceğini gösteriyordu.
Düzgün insanlardan biri idi, üzüldüm.
Anısına saygıyla...
(Foto: NTVMSNBC)

Pazar, Şubat 01, 2009

Ayvalıklı 'simyacı' kasabın öyküsü...


Gazetede ne zaman bir 'dolandırılma' haberi okusam, aklıma gelen hep şu olur: "Acaba, yoldan çıkan gerçekte kim?"

Yine bu haberlerden biri Hürriyet'te çıktı: Gana'dan çıkıp Türkiye'ye, orada da Ayvalık'a gelen kişiler, burada bir kasabın 'canını yakmışlardı'!

Bakın portreye ilginç bir özellik de eşlik ediyor: Ayvalık'ta kasaplık yapan H.U., yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkan adayı olmak için hazırlanıyormuş!


Olay şöyle gelişiyor....

Gana Konsolosluğu’nda çalıştıkları söyleyen iki kişi, kasap H.U.'yu buluyorlar. Siyah kağıt parçalarını gösterip, kendilerine Amerika’nın para yardımı yaptığını ancak belli olmasın diye paraları siyah kağıt parçaları görünümde gönderdiğini söylüyorlar. ABD konsolosluğundan alacakları bir sıvı ile bunları dolara döndüreceklerini söyleyip, yanlarında getirdikler sıvı ile deneme yapıp siyah kağıt parçalarının dolara dönüştüğünü gösteriyorlar!

"Ne kadar para verirsem, bir hafta içinde iki katını geri ödeyeceklerdi..."

İşte olayın özü bu sözlerde gizli...

Ganalı iki kişiye şimdiye değin 600 bin TL kaptırmış kasap H.U.

Şu soruyu tekrar soralım: Dolandırıcılık nereden besleniyor?

Yanıt açık: İnsanların içindeki 'kısa sürede çok zengin olma hırsından' tabii ki.

Dolandırıcıların yaptığı, bu hırsı 'keşfedip', ortaya çıkarmak değil mi?

Ayvalık gibi bir kasabada, kısa yoldan zengin olmak için 600 bin TL para çıkaran 'simyacı' bir kasabın öyküsü bu işte...

Cumartesi, Ocak 24, 2009

Hayatta hatalar yoktur; tercihler vardır!

Geçen gün bir gazetede ekonomi yorumu okurken, şunu tekrar sorguladım: "Acaba anlatılan fikir, yazılan yorum çeşitli 'pozisyonları' içeriyor olabilir mi?"

Tabii ki ideolojik, hayat tarzına yakın, inançla, sabit fikirlerle, işkembeden sallayan yazılara tanık oluyoruz. Ama manipülasyan içeren yazıların yazarları yok mudur? Veya daha da öteye götürelim: ilgili otorite tarafından 'işlem yasaklısı' olarak savcılığa suç duyurusunda bulunulan yazarlarımız var mıdır? Ben olduğunu biliyorum. Ama söylemem. Hala da görev başındadırlar...

Bugünkü programımızı Çetin Altan'n yazdığı bir fıkra ile bitiriyoruz sevgili okurlarımız:

Genç bir erkek, yakın bir arkadaşına rastlamış ve akıl danışmaya kalkmış ondan:- "Tam bir çıkmazın içine düştüm" demiş. "Çok güzel ve çok genç bir kızla, aynı zamanda zengin mi zengin yaşlı bir kadınla tanıştım. İkisi de evlenmeye yatkın benimle. Ne var ki güzel ve genç kızın meteliği yok, çok zor durumda, ne yapacağımı bilemiyorum".

Arkadaşı:- "Bak dinle", demiş; "hiç tereddüt etme, senin gibi genç bir erkek için güzellik, gençlik, aşk önemlidir. Ben senin yerinde olsam, yaşlı kadının zenginliğine bakmam; yoksul bile olsa, hayatımı hemen o güzel kızla birleştiririm".

Tam bir çıkmazın içine düştüğünden yakınan genç:- "Çok haklısın", demiş; "hemen senin söylediğin gibi yapacağım. Çok büyük bir mutluluk, insanın senin gibi dostlarının olması".

Arkadaş:- "Hiç teşekkür etme bana" demiş; "ben içimden geçenleri söyledim. Bu arada şayet o genç kızla evlenirsen; bana da belki yaşlı kadının adresini verebilirsin."

Genelevdeki bakire...

Türkiye'de özel sektörün uğraştığı işler, daha doğrusu kamuoyuna çıktıklarında söyledikleri sözler, Türkiye'nin OECD ülkeleri içinde PISA testi sıralamasıyla uyumludur.
Malum PISA testi: Okuma, matematik bilgisi ve becerisini, kişinin bilime yaklaşımını ölçen bir test. Türkiye ise bu sıralamada sondan ikincidir. Bunun anlamı: Zırcahiliz!
PISA ile ilgili detaylı ekonomi köşe yazılarına buradan ya da şuradan ulaşabilirsiniz
Konumuza dönelim...
Meşhur 'sicil affı' yasalaştı. Bakın sanayiciler bu girişimi nasıl karşılamışlar: şuradan okuyabilirsiniz.
Meseleye dönelim.
Aklı başında ve bu işlere vakıf biri, sicil affının içi fos ve 'dostlar alışverişte görsün' yasası olduğunu bilir.
1. Krediyi kullandık. Ama faiz ve anapara ödemelerini yapmadık. Geciktirdik. Bizim borcumuzu ödememe halimiz, krediyi kullandığımız banka tarafından Merkez Bankası'ndaki Risk Merkezi’ne bildiriliyor.
2. Merkez Bankası, bizim durumumuzda olan kişi ya da kurumlara ait bilgileri diğer bankalara bildiriyor.
3. Kullandığımız kredinin ödemelerini yapmayan bizim gibi kişiler, daha sonra kredi borçlarını tamamen ödeseler bile, bankalar bu kayıtları 3 yıl tutmaya devam ediyor. Ancak, borcun ödendiği bilgisi de yine diğer bankalara ulaşıyor.
4. Merkez Bankası’nın fonksyonu, bilgi trafiğini yönetmek. Yani toplama ve dağıtma merkezi olmak.
5. Gelen ve giden tüm bilgiler, bankalardan bankalara olduğundan, bilgilerin nihai olarak tutulduğu yer, tek tek her bankanın kredi risk birimleridir.
6. Merkez Bankası kendi elindeki ‘kötü sicil’ bilgilerinin tamamını silse bile, bu bilgiler bankalarda duruyor olacak.
7. Yasa çıktı: Merkez bankası bu kayıtları silecek.
8. Ama bankalara kimse birşey diyemez.
9. Bankalar, hiçbir kredisini batırmak için kredi tahsisi yapmaz. Bu 'sabıka' bilgilerini tutacaklardır.
10. Bankaya başvuran ama eskiden 'sabıkası' olan birine, sadece şu söylenecektir; "krediniz onaylanmadı"!
11. Dolaysıyla bu yasa işe yaramaz. Meclis'in mesaisi boşa harcanmış, safiyane vatandaş kandırılmaktadır.
12. Bu yasa iyidir, işe yarar demek de Hükümete hoş görünme çabasından (Bakan Çağlayan'a) başka birşey değildir.

Sonradan ilave not: Bu yasanın savunucusu Bakan Çağlayan'ın sözlerini okumanızı tavsiye ediyorum. Bu yasanın çalışmayacağı ve 'işin Allaha kaldığı' ne kadar belli.

Cuma, Ocak 23, 2009

"Serbest şehit ekonomisi..."


Türk toplumunun milliyetçiliği, muhafazakarlığı, şanlı geçmişiyle övünmesi...peh...hikaye anlatmayın bana.
Yurt savunması, Çanakkale savaşı desem? Orada yaşamlarını kaybeden binlerce Anadolu gencinin mezarları desem? 'Şehit' demiyorum, çünkü utanıyorum. Neden? Üzerinde gezdirilen iş makinaları ve kepçelerle mezarlarının altüst edilmelerinden, saygısızlık yapılmasından...
NTV Tarih dergisi Ocak ayında ilk sayısını çıkardı. Dergi çok güzel. Tarih ve mekan ilişkisi çok güzel kurulmuş. Propogandist ya da sıkıcı tarih dergilerinden değil.
Derginin yayın yönetmeni Gürsel Göncü, Çanakkale'deki muharebe alanlarına yapılan saygısızlığı (İngilizler, Avustralyalılar ya da Yeni Zelendalılar değil, biz Türkler yapıyoruz) çok güzel anlatıyor.

"...son beş yılda, ANZAC Koyu'nun fiilen ortdan kaldırılması, ilk hat Türk siperleri üzerine otopark inşa edilmesi, muharebe alanlarından geçen yolların genişletilip asfaltlanması (daha çok otobüs, daha çok insan, daha çok para...) restorasyon adı altında orijinal muharebe anı ve izlerinin silinmesi (Ertuğrul Tabya), yanlış ve eksik levhalandırma, dev bayrak dikimleri, yıldönümlerinde gülünç tarihi canlandırmalar, trilyonlara mal olan ve kısa sürede foslayan projeler (rüzgarda mahvolan 'her şehide bir gül'ler, parçaları insanların kafasına düşen Şehitler Abidesi'nin tavanına 'mozaik bayrak', duvarda boyası dökülen şehit isimleri) yapma, Kilya Köyü girişinde fiilen yemekhane-ticarethaneye dönüştürülen tanıtım merkezi açma gibi işlere imza attılar."
Çanakkale muharebe alanları ile ilgili çalışmaları ve rehber kitabı bulunan Gürsel Göncü, "bir anma alanından çıkarılıp, 'serbest şehit ekonomisi alanına' ve müteahhit cennetine çevrilen tarihi muharebe alanları, bu yıl da yeni ilan edilen 'tesislerde' tarihi nutukları atacak devlet büyüklerini ağırlayacak." diyerek bitirmiş haberini...


Çarşamba, Ocak 21, 2009

"Hayat zaten bir dans..."

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrunisa Gül, 4 Ocak 2009 günü Kanal D'de Güneri Civaoğlu'nun hazırladığı Şeffaf Oda adlı programa katılmışlardı.
Soru:" Dans eder misiniz?" idi.
Yanıt:"Hayat zaten bir dans" olmuştu! Yani geçiştirme!
Örneğin böyle bir durumda bana sorsalardı, "hayır etmiyoruz" diyebilirdim. Nesi ayıp bunun?
Yani hem muhafazakarsınız, hem de bunu pek ortalığa vermekten kaçınıyormuşsunuz gibi davranmak ne kadar doğru?
Dans edersiniz ya da etmezsiniz. Bu tercihtir. Kimsenin diyecek birşeyi olamaz. Ya da 'size ne?' dersiniz. Ya da, hiç söyleşi ve dolayısyla soru da kabul etmezsiniz.
Ama hem bu işlere soyunayım, hem de 'teğet geçeyim' olmuyor...

Neyse, bugünkü 'programımızı' dün görevi devralan Barack Obama ve eşi Michelle'in dans görüntüsü ile bitiriyoruz.
Fotoğraf: AP

Salı, Ocak 20, 2009

Bu nasıl bir zihniyet? Ya da sırnaşıklık?

Hikaye şöyle başlıyor: Bir bankanın müşterisi, bu bankadan aldığı kredi kartı için kendisinden tahsil edilen kart ücretinin iptali için Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvuruyor...
Olay daha sonra şöyle gelişiyor...
Heyet, müşterinin kabaca 50 TL'lik kredi kartı kullanım ücretinin iptaline karar veriyor.
Banka ne yapıyor?
Kararın ardından, müşterinin kredi kartını iptal ediyor.
İptal gerekçesi müşteriye şöyle anlatılıyor: "Karara itiraz edilmesi için yapılacak masraf iade edilmesi gereken kart bedeli tutarından fazla olduğundan, karara itiraz edilmeyerek, ilgili tutar kredi kartınıza iade edilmiştir. Tüm kredi kartı müşterilerimizin kredi kartı yıllık ücreti tahsil edilirken, bu hizmetlerin size ücretsiz verilmesi müşteriler arasında ayrımcılık yapma sonucunu doğuracaktır ki, bu da bankamız açısından kabul edilemez. Kredi kartınız iptal edilerek kullanıma kapatılmıştır".
Müşteri ne mi yapıyor? Ben okuduğumda gözlerime (pişkinliğe) inanamadım: Müşteri, tazminat davası açıyor!
Onun da gerekçesi şöyle:
Müvekkil, davalı bankanın uzun süredir müşterisi olarak bankacılık enstrümanlarını kullanmaktadır. Müvekkilin 50 TL gibi fahiş bir kart ücreti ödemesini gerektirecek bir sözleşme mevcut olmadığı gibi, davalı şirket müvekkile kart üstüne kart göndererek (sözleşmesiz olarak) aynı limite tabi farklı kartlardan ücret almak çabasına girmiştir. Davalı banka müvekkili yargıya başvurduğu için cezalandırma yoluna gitmiştir. Davalı bankanın bu keyfi hareketi müvekkilin elem ve ızdırap çekmesine sebep olmuştur. Kamusal hizmet veren davalı bankanın bir ilam sebebiyle müvekkili cezalandırması kabul edilemez niteliktedir."
Nasıl ama?
Müşterinin ve dahi sokakta çok sayıda bulabileceğiniz insanın zihinsel yapısı şöyle görünüyor:
1. Banka kamusal hizmet verir.
2. Banka sözleşmesiz gönderirse sormam, kartı kullanırım, ek kart dahi çıkarırım.
3. Banka bana dönüp bundan yıllık kullanım ücreti isterse çamura yatarım.
4. Çamura yattığım gibi kredi kartını da kullanmaya devam ederim.
5. Kartı iptal mi etti? Hemen dava açar itiraz ederim. Ne cüret yahu? Böyle elem böyle ceza mı olur?
Bu örnek bakış açısı her alanda çoğaltılabilir.
"Devlet ve dahi bankalar, vatandaşa ve şirketlere kredi vermek, cebine para koymak zorundadır. Vermezlerse bağırır çağırır ortalığı birbirine katarız.
İşin içine, milliyetçilik ve vatanseverlik baharatı da katarız."
Utanmaz, arsız ve sırnaşık bir toplum olma yolundayız. Siyasetçilerin her birkaç yılda çıkardıkları vergi affı, sigorta primi affı, sicil affı vb. gibi kararlarla: ticari ahlaksızlık normal, vergisini primini zamanında yatırmak enayilik oldu.
Toplumsal yaşamın içinde de bu adamlarla karşılaşmaktan utanıyorum.

Pazar, Ocak 18, 2009

Kim Olursan Gel...?

Evet, bu sözler Mevlana'ya ait.
Adamın biri (Olasılıkla Konya'dan) Yeni Zelenda gibi uzak bir diyara uzanıyor. Orada çalışıyor ve de bir kebapçı dükkanı açıyor. Adını da 'Mevlana Cafe' koyuyor.
Sonra birgün musevi (İsrailli) birileri dükkana adım atmaya kalkınca, bunları içeri almayıp 'Israil savaşı durdurana kadar, İsrailli girmez' diyerek kovuyor.
Hangi Mevlana? Hangi torun? Ama şu var ki, bunlar ırkçının daniskası.
Hani bizim konukseverliğimiz, hani bizim hoşgörülü insanımız, hani bizim Anadolu sıcaklığımız?
Hepsinin safsata olduğu çok açık değil mi?
Bundan iyi veciz bir durum komedisi olabilir mi?
'Mevlana Cafe'mış...Sen onu 'Irkçı kelle-paçacı' yap...
İsrail'i protesto etmek başka, bizim cahiller gibi ırkçılık sokağına sapmak başka...

Fazlası için: şurası

Çarşamba, Ocak 07, 2009

"Benim Yalnız ve Güzel Ülkem..."

Nuri Bilge Ceylan, geçen yıl Mayıs ayında Cannes'da Üç Maymun filminden dolayı 'En iyi yönetmen' ödülünü alırken, şu sözleri söylemişti;
"Benim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum" !

Önceki ay, Berlin'deki Pergamon Museum'u gezerken, Bergama'dan Berlin'e 'taşınan' Zeus Sunağı'na bakarak hüzünlendim; anımsadığım ve içimden geçen sözler de buydu...

Sunağın 'çalındığını' çok açıkça söyleyemiyoruz: Çünkü sunağın Türkiye'den Almanya'ya taşınmasına zemin hazırlayan anlaşmayı imzalayan kişi dönemin padişahıdır!

Bu sunağın yurtdışına 'yürümesinin' öyküsünü çeşitli kaynaklarda okuyabilirsiniz. Özellikle, Kültür Bakanlığı ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan "Yitik Mirasın Dönüş Öyküsü" adlı kitaptan.

Bu kitapta 'dönemeyen mirasın' da öyküsü var tabii ki.

Bu sahipsizlik ve yalnızlık, yoksulluk çok iç acıtıcı doğrusu.

Berlin'deki müzeler adasının en ihtişamlı bölümlerinden biri; işte bizim yalnız ve güzel ülkemizin eşsiz coğrafyasında yer alan bir tarihsel anıtın...