Cuma, Kasım 28, 2008

Kıyma Kuyruğu?

Doğru görüyorsunuz. Kedi kuyruğundan değil, kıyma kuyruğundan bahsediyoruz.
Yıl 1978, enflasyonun patladığı yıl; Ankara'da Kızılay'da, o dönemler (belki şimdi de) 'gökdelen' olarak bilinen Emek İşhanı'nın altında Gima mağazası vardı. Cebeci'ye giden yola bakan tarafta yer alırdı. Bakanlıklara giden yola bakan tarafta ise 'Ankaralıların buluşma noktası' olan Kızılay Postanesi (PTT) yer alırdı.
Gima o yıllarda devlet işletmesidir. Orada, her öğlen mağaza kapanır, çalışanlar yemeğe giderdi. 13.30 gibi açılırdı. Market, Süper Market diye bilinen 'bakkal irileri' daha yoktu. O yüzden Gima 'eşsizdi'!
İşte bu Gima'nın bir özelliği de alt katta yer alan kasap reyonunda ucuza kıyma ve et satışının yapılmasıydı. Et Balık işletmesinden (bilmeyenle için not: Devlet işletmesiydi) gelen et ve kıymalar karton (yumurta kartonlarının dokusundan) kalıplar içinde satılırdı.
İşte bu et ve kıymalar 13.30'da satışa sunulur, 'kapanın elinde' kalırdı. O yüzden, 13.30'da mağaza kapısı açıldığında, reyona doğru 'tazı koşusu' gibi bir sahneye tanık olunurdu. Ben genç olduğumdan ilk sıraları kapardım tabii ki.
Bu 'tazı koşuları' tabii ki istenmeyen yaralanmalara, düşmelere, kavgalara yol açıyordu.
Bir defasında, Gima'nın kalın camdan yapılmış kapısı ve yan blok tuzla buz olmuştu. Kimse tındı mı derseniz? Hayır.
"Bu nereden aklına geldi yahu?" diyenlere de, şuradan aklıma geldi diyorum...
"İndirim sezonun ilk günü olması, mağaza çalışanları için çok yorucu geçmesi nedeniyle siyah cuma adı verilen günde, sabahın erken saatlerinde izdaham yaşandı. Long Island'taki Wal-Mart mağazasında 34 yaşındaki personel kapların açılmasıyla içeri girmeye çalışan yaklaşık 200 kişilik kalabalığın ayakları altında ezildi.
Sabah 5 sularında gerçekleşen olayda şahitler mağaza görevlisinin yere düştüğünün kalabalığın aldırış etmeden düşen adamın üzerine basarak içeri girdiklerini söylediler. Hastaneye yetiştirmeye çalışılan personel saat 6 sularında hayatını kaybetti."

Perşembe, Kasım 27, 2008

"Bekara karı boşamak..."

2002 Yılında Arjantin borçların üzerine yatınca, bizde de 'sol görünümlü' iktisatçılar "Biz de borçların üstüne yatalım, moratoryum ilan edip konsolidasyona gidelim" çığlıkları atmışlardı. Oysa 'kazın ayağı' öyle olmadı. Arjantin tarihinin en hızlı yoksullaşması ile yüz yüze geldi. Yoksulluk oranı hızla arttı.
Bana kimse bir-iki yıllık yüksek büyüme oranı gösterip, "baaak ne oldu" demesin. Çukura düşüp de 30 santim zıplasınız ne olacak ki?
İşte bizim 'sol görünümlü' iktisatçılarımızın son dönem 'ilahlarından' biri de Venezüela'nın lideri Chavez idi. "Helal olsun, nasıl da ABD'ye posta koyuyor" diye göğüs kabarmaları falan izledik.

Evet "ne oldum" değil, "ne olacağım" demeliymiş. Venezüela'daki geçen günkü seçimlerden sonra, bugün Soli Özel'in şu yazısı çok güzel bir derleme ve yorumlama içeriyor.

Çarşamba, Kasım 26, 2008

'Turk ish-i Democracy'

Guns N' Roses yeni albümü çıktı. Tabii hemen de 'aksiyon' geldi...
Şu haberi görünce, aklıma Türkiye geldi tabii ki. Herhangi bir kitabın ya da kasetin yasak olduğu günleri anımsadım. En 'tehlikeli' yasak kitap, ki bu hemen gözaltı demekti, Lenin'in 'Ne Yapmalı?' adlı kitabı idi. Bir de kürtçe türkülerin bulunduğu Şivan kasetleri (pek meraklısı değildim doğrusu)...

Kahvehanelerde saz çalıp türkü söyleyen insanların Türk Ceza Kanunu 142. maddeden (komünizm propogandası) zindanlara atılıp yargılandıkları dönemler...(Nereden biliyorum? Çok çok yakın akrabam sıkıyönetim savcısı idi!)

Şimdi özgürlük var (mı desek acaba?) !
Yasak kitap, kaset, film yok denilebilir...
Ama ya YouTube?
Ya özgürlük...
Ya 'Turkish Democracy' ?
İşte burada aklıma eskilerden bir şarkı geliveriyor: Erol Evgin söylüyor, "İşte öyle birşey..."!

'Chinese Democracy' albümüne ilişkin ilave yorumlar için: BKZ

Pazar, Kasım 23, 2008

Kuyudaki insan o kadar kördür ki, kendine atılan ipi bile göremez..!

Metin Münir'in yazılarını çok beğenirim. Onun yazıları 'mikro' nitelikli yazılardır. Merceği bir yere tutar ve çoğunlukla 'medeni' bir analiz yapar.
Norveç'e gitmiş ve yüksek öğrenime en az meraklı kesimin Somalililer ve Türkler olduğu gerçeği ile karşılaşmış. Yazısının sonu şöyle bitiyor:
"Kuyudaki insan bazen o kadar kördür ki kendisine atılan ipi bile görmez. Bazen cahillik böyle bir körlüktür. Cahilliğin sıfır noktasında değil eksisinde bulunulan bir cahilliktir bu. Kafada bilgiden çok bilgisizliğin, doğrudan fazla yanlışın bulunduğu bir durum.Kim bu insanları düşünüyor? Kim onları kurtaracak?"

Cuma, Kasım 21, 2008

"Ben ekonomiden anlamam ama..."

Böyle başlayıp, sonra da çok ciddi analizlere girişenlere tanık olmuşuzdur.
ABD'de kriz derinleşti mi? Hemen tüm siyasi analistler 'biz de biraz çakarız bu işlerden' minvalinden döktürüp, sonuçta 'koca çamları devirirler'!
İşte onlardan biri Taha Kıvanç. Ne diyor bugünkü yazısında? Şöyle diyor;
"Bazıları iş burada da kalmasın, bankacılık sektörünü de vursun istiyor... Ekonomi yazarlarının duayeni sayılan Güngör Uras, kaç kez, “Dünya bankaları sarsılıyor, ama bizim bankalar güvenli” diye yazdığı halde, bazıları, “Bizim bankalar da kötü durumda” hissini verecek haberleri yaymak için özel çaba sarf ediyorlar...
Çok büyük holdinglerden birinin 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinden bile etkilenmemiş bankasının bir çırpıda bin çalışanını kapının önüne bıraktığı yalanını başka neden yazsınlar? Emin olun, ilk okuduğumda benim bile “Yalandır, inanma” refleksim çalışmadı, haberin doğru olabileceğini düşündüm... Bereket habere konu edilen banka borsada işlem görüyor da, yönetimi “Tam tersine, son 10,5 ay içerisinde kadromuza 1663 yeni katılım oldu”
açıklamasını yaptı.Açıklama yaptı da ne oldu? Yanlış bilgilerle ortamı kirletenler, bu defa aynı bankaya üst düzey yönetici dayanmadığını, üç genel müdür yardımcısının kısa aralarla istifa ettiğini yazmaya başladılar...
İllâ bir büyük banka iflâs etsin istiyorlar..."


Hiç araştırmadan böyle bir yazı yazılırsa, gerçek durumu kim anlatabilir ki? Şimdi çıkıp 'durum böyleyken böyle' diye yazan çıkar mı?
Ama ilgili banka açıklamayı yapıverdi kendiliğinden: Şurada!
Cehalet böyle mi elinde patlar insanın?



Perşembe, Kasım 20, 2008

"Davulcu osuruğu"


Geçmişte, merkez bankası faiz indirimi yapmıştı. Faiz indirimi 0.25 gibi bir oranda olmuştu. Merkez bankacı bir arkadaşımla konuyu konuşurken, "davulcu osuruğu gibi oldu ama" demişti. O da durumun farkındaydı ki, indirim yetersizdi.

Dünkü faiz indirimi de, "gerçekten faiz indirimi yapıldı mı bu ülkede?" hissi uyandırdı çoğumuzda.

Benim de aklıma bu 'davulcu osuruğu' geldi...

Çarşamba, Kasım 19, 2008

Merkez Bankası söylüyor: "Sardı korkular, gelecek yıllar..."


Merkez Bankası, kimine göre sürpriz, kimine göre zorunlu olarak faizleri indirdi. Faiz indirimi 'bid' tarafta 0.50 puan olurken, 'offer' tarafta 1 puan oldu. 'Offer' taraftaki teknik bir zorunluluktu. Merkez Bankası zaman zaman 8.5 milyar YTL kadar piyasaya para veriyor. Ama 'Bid' taraftan. Epeydir piyasadan para çeken TCMB, bu yıl para verir bir konuma geçmişti.
Bankanın faiz indiriminin temel 'felsefesinin' ciddi bir resesyon korkusu olduğu anlaşılıyor.
Ancak bunu açıkça söylemese de, kalınca vurguladığı konu, enflasyonda beklediğinden daha hızlı düşüş tahmin etmesi, bir de döviz kuru artışının fiyatlar üzerine baskısının sınırlı olacağı tahmini.

Kaynak: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2008/DUY2008-57.php

Pazartesi, Kasım 17, 2008

Peki ne oldu?

İşte görüldüğü gibi: Bugün borsa yüzde 5.4 düştü, kur yüzde 1.5 yukarı çıktı.
Ama asıl bu değil 'yaralayıcı' olan...Sorun, mevcut ve potansiyel işsizlikte...Biz hala durumun farkında değiliz.
Başbakan bankalara kızacağına, bankaları anlamaya çalışsa daha iyi olurdu...

Pazar, Kasım 16, 2008

Peki ne olacak?

Piyasalar en azından Pazartesi günü şöyle bir tablo bekliyordu: Nasıl olsa Başbakan bir IMF anlaşması ile döner...
Ama öyle olmayacak. İster yerel seçim manevrası diyelim, isterse pazarlık; çapa niteliği olacak bir ekonomik program için zaman geçtikçe etkisi de azalıyor.
Tavsiyem: "Gözler kalbin aynasıdır"!
Ne demek istedim?
Açıklayayım...
Başbakan Erdoğan'ın önceki gün Washington'da televizyonlara açıklama yaparken, arka planda (sağında) Mehmet Şimşek, (solunda) Nazım Ekren vardı. Ben Zeki Müren'in dediği gibi yaptım, "gözlerim iki bakanda, kulağım Başbakan'da idi"...Gördüklerim hiç de kendine güven duyan bir duruş sergilediklerine ikna olamadı. Her ikisi de 'durumdan memnun olmayan' ve 'kaygılı' gözlerle bakıyorlardı. Benzetmek gerekirse 'yakını trafik kazası geçirmiş bir aile efradının, acil servis kapısında endişeli bekleyişle bakan gözleri' dikkat çekici idi.
Her ne olursanız olun, hangi makamda oturursanız oturun: İletişim herşeydir...

Döndük netekim: Kendi ümüğümüzü sıkıyoruz neticede...



G20 Toplantısına katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu toplantı öncesinde IMF Başkanı ve yardımcısı ile de görüştü.
IMF ile olan ilişkiyi "ümüğümüzü sıktırmayız' çerçeveside özetleyen Başbakan Erdoğan, işte şu fotoğrafta da görüleceği üzere 'kendi ümüğümüzü sıktığımızın' resmini veriyor.

Türkiye ne bu toplantılarda, ne de IMF ile yaptığı görüşmelerde henüz elle tutulur bir şey sağlayamadı.

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

Başbakan'ın Matematik Hatası: Kim bu hesabı önünüze koydu ise onu kovun!

3 Ağustos Cuma günü, Başbakan Erdoğan, partisinin aday olup seçilen çiçeği burnunda milletvekillerine yaptığı konuşmada şöyle konuşmuştu:
Şimdi değerlendirmeler yapılıyor. Birçok şeyler söyleniyor. Bakıyorsunuz, siyasette hakikaten yıllarını vermiş, siyasette çok ter dökmüş insanlar, AK PARTİ’yi yüzde 47’ye sıkıştırıp, öbür taraftan ‘yüzde 53’ü ne yapacaksınız?’ diye yeni yeni bazı yorumlar getirmeye başladı. Maalesef bunlar hesap da bilmiyor. Bakın, Türkiye’de bir defa şu gerçeği bu insanların görmesi lazım. Kendinizi fazla zorlamayın. Bu seçimde yüzde 84 oy kullanılmıştır. AK PARTİ bu yüzde 84 kullanılan oyun yüzde 47’sini almıştır. Eğer yüzde yüz üzerinden bunun hesabını yapacak olursanız, AK PARTi’nin aldığı oy yüzde 55.4’tür. Kusura bakmasınlar, bu hesabı biz de biliyoruz. Bunların içinde piştik geldik. Milleti böyle bu tür zorlamalarla başka tarafa kanalize etmenin anlamı yok.

Ekonomiturk blogunda EKODOK, Başbakanın yaptığı hesabın yanlışına işaret ederek, danışmanlığına talibim dedi.
Maalesef o da yanlış bir hesap yaptı. Bakın doğrusu ne ?
Başbakanın ‘tezi’ şu; biz yüzde 84 katılımla yüzde 47 oy almışsak, katılım yüzde 100 olsaydı aldığımız oy yüzde 55.4 olurdu!
Oysa, AKP’nin aldığı oy oranı (Oran olduğuna özellikle dikkat ediniz!) yüzde 47. Eğer seçimde oy kullanmayan seçmenlerin tümünü (Toplam seçmenlerin yüzde 16’lık bölümü) bu Pazar günü oy vermeye çağırsaydık, bu seçmenlerin ülkeye dağılımının eşit olduğunu ve geçersiz oy oranının da aynı olduğunu varsayarsak, sayımda AKP’ye çıkacak oy oranı yine yüzde 47 olması beklenirdi. Yüzde 47 olarak söz edilen şey, orandır. Miktar değil. Dolayısıyla, bunun oran olduğunu dikkate almayan biri, olasılıkla şöyle bir hesap yapıp, Başbakan Erdoğan’ın önüne koymuş olmalıdır; “84.25’te 46.58 olursa, 100’de kaç olur?” !!!

Tabi bunların miktar değil, oran olduğunu bilmeyen ya da dikkate almayan biri, bu hesabı böyle yapabilirdi’ sonuç da, 55.3 çıkar!

22 Temmuz seçiminde,36 milyon kişi oy kullanmış, bunun 35 milyonu geçerli oy kullanmış. Bunun da 16.3 milyonu AKP'ye oy vermiş. ORAN yüzde 46.58 olmuş. Oy kullanmayan kişi sayısı 6.7 milyon. Yani katılmayanlar: kayıtlı seçmenlerin yüzde 15.75'lik bölümü. Bunların tamamı sandığa gelip de AKP'ye oy verseydi, AKP'nin oy toplamı 22.8 milyon, oy oranı da yüzde 55 olacaktı.Yine 6.7 milyon seçmen, sandığa gelip, AKP dışı partilere verseydi; yüzde 39.2 olacaktı.
Şu söylense idi anlaşılabilirdi; Yüzde 84.25 katılımla 16.3 milyon oy aldık. Katılım yüzde 100 olsaydı, alacağımız oy 19.3 milyon olurdu”! Oysa, Başbakan, sonuç olarak gelen oranları miktar yerine koyup, yeniden orantı hesabı yapmış! Başbakanın sözünü ettiği hesaba, bırakın lise matematik öğretmenlerini, ortaokul matematik öğretmenleri sıfır verirdi!
Başbakan Erdoğan, matematik konusunda çok vahim bir hata yapmıştır. Önerimiz; bu hesabı kim yapıp da kendisine vermişse, Onu cezalandırmasıdır. Ceza da, lise 1, 2 ve 3. sınıf matematik kitaplarına çalışılması ve sınava girerek 70 puan alma koşulunun yerine getirilmesi olmalıdır!
Ülkenin Başbakanı da, yanlış hesap yaparak kötü örnek olduğu öğrenim gören milyonlarca yavruyu düşünerek, ‘hesabı yanlış yapmışım, özür dilerim’ demelidir!

Pazar, Haziran 10, 2007

Damat Ferit'in Öfkesi !

Damat Ferit, siyasete girme hırsı ile bir süre (2006'da) "erken seçim geliyor, erken seçim olacak" diye gaz verdi. Bu yıl seçim kararı alınınca da, "bana gelen teklifleri ve kimi seçtiğimi, neden seçtiğimi anlatacağım" diyordu. Asıl önemlisi, geçtiğimiz yıl Mehmet Ağar'la diyar diyar miting miting geziyordu.
Eeee ne oldu ?
Özetleyelim, bu arkadaş "CHP'den MHP'den ve DYP'den iyi bir sıradan seçilebilecek bir yerden teklif bekliyorum" demeye getiriyordu.
Ekonomiden anladığı olmadığı gibi, "kaba milliyetçi" yani tribünlerde insanları provoke eder tarzda yazılar yazarken, kendini "vatan kurtaran aslan" zannetmişti.
Hiçbir listede yer bulamadı. Hiçbir parti bu arkadaşı "iplemedi" !
Şimdi, bu partilere ateş püskürüyor; "bir boka yaramazsınız" diyor özetle !
Tosuncuğun siyaset macerası böyle oldu.

Salı, Mayıs 29, 2007

Böyle CEO'ya Böyle Yazarlar

Türkiye'deki yaklaşık 150 şirket CEO'su, Capital ve Ekonomist dergilerinin yağtığı anketi yanıtlamış; "basında beğeni ile okuduğunuz, vazgeçemediğiniz köşe yazarları kimlerdir" sorusuna verdikleri yanıtlar sıralanmış, şöyle bir sırlama çıkmış:

1- Bekir Coşkun
2- Ertuğrul Özkök
3- Ege Cansen
4- Emin Çölaşan
5- Yılmaz Özdil
6- Mehmet Barlas
7- Hıncal Uluç
8- Oktay Ekşi
9- Vahap Munyar
10- Güngör Uras
11- Yavuz Donat
12- Mehmet Yılmaz
13- Cüneyt Ülsever
14- Ercan Kumcu
15- Can Dündar
16- Salih Neftçi
17- İsmet Berkan
18- Abdurrahman Yıldırım
19- Erdal Şafak
20- Mehmet Altan

Nasıl yorumlayacağım çok açık.
"Bana öncelikle okuduğun yazarı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim"
Daha doğrusu, Ege Cansen'in yorumunu aktaralım:
"Okur, bilmece çözmeğe mecbur değil. Üstü kapalı, imalı veya bilenler okusun, anlasın havasında yazı yazmam. Benim yazar olarak görevim, öncelikle neyin, niçin olduğunu açıklamaktır. Onun için yazılarımın işe yarar kısmının, içerdiği fikir değil, verdiği açıklayıcı bilgi olmasına çok gayret sarf ederim. Benim neyi doğru, neyi yanlış bulduğum, ikinci derecede önemlidir. Yorumlarım, esas itibariyle eleştireldir. 1983’ten beri Hürriyet’te yazıyorum, iş başındaki hiç bir hükümetin destekçisi olmadım"

Benim merak ettiğim, Türkiye'deki belli başlı büyük holdinglerin neden çağın gerisinde kaldıklarıdır. İyi bir örnek, Sabancı Holding'tir. Bakın çatır çatır dağılmaktadır. Her "amca çocuğu" holding hisselerini satarak kendi işini kurmaktadır.
Şu listedeki isimlere baktığımda, eksik bulduğum unsurlarına karşın Ercan Kumcu ve Salih Neftçi, Mehmet Altan ilk sıralarda olsaydı "hımm enterasan" diyecektim. Ama şimdi iyice umutsuzum.
Şimdi, "pazardaki" yabancı düşmanlığı, komplo teorisi, "yurdumun eşsiz varlıkları iç ediliyor", "yüksek faiz, düşük kur" mallarının neden çok sattığını çok iyi anlıyorum.
"CEO'suna bak, siyasetini anla" ya da "CEO'suna bak şirketini anla" sözlerinin de artık dağarcığımıza girmesi gerek diyorum.

Salı, Nisan 10, 2007

TÜİK ve basının durumu !

TÜİK’in endeks değiştirme konusu, bazı gazeteler tarafından “İlk biz yazdık, tartışmaya açıldı” gibi sunuluyor.
Ekonomi editörleri gerçekten gazete okuyorlar mı ? Okuyorlarsa anlıyorlar mı ? Konunun uzmanı olanlar (Örn. Orhan Karaca) ilk kez Uğur Gürses’in satırlarında açık bir biçimde yazıldığının farkındalar. Aşağıdaki blogta yer vermiştik buna. Okumuyorlarsa durum daha kötü demektir !
Ekonomi basınında iki önemli ‘hastalık’ var. ‘Okumama’ ve ‘görmeme’. Okumama konusuna örnek TÜİK konusudur. ‘Görmeme’ ise yetersizliğin beslediği bir görmezden gelme sendromudur !
Sabah Gazetesi pazartesi yazdığı haberi ‘ilk’ sanıyor ! Bugünkü Sabah; “Sabah’ın endekse şehirlerarası ve milletlerarası telefon görüşmelerinin marttaki enflasyon endeksine eklendiğine yönelik haberinin ardından…” derken, üç gün önce bu konunun yazıldığının farkında değildi !
Bugünkü Milliyet Gazetesi; “Sepetteki değişiklik, Milliyet yazarı Faik Öztrak'ın köşesinde duyurmasıyla kamuoyunda tartışılmaya başlandı” derken, 6 Nisan 2007 Cuma günü, Faik Öztrak “Bu acaba Merkez Bankası'nın yanlış hesabından mı, yoksa yine TÜİK'in bu ay EUROSTAT normlarına uygun (!) yeni bir yöntem değişikliği yapmasından mı kaynaklandı?” diye yazmıştı.
Yani bir Öztrak bir tuhaflık olduğunu fark etmiş, ama bunun ne olduğunu yazısında anlatmamış. Çünkü bilmiyor. "Sormak gerekir" diyor.
Konu tabii ki kimin ilk yazdığı değil. Ama vahim olan basındaki ekonomide ‘neler olduğunun farkında olunmadığı’ görünümü bizce !
Basının durumu bu !!!

Cuma, Nisan 06, 2007

Körler Sağırlar, Birbirini Ağırlar !


Telekom zammı yapıldı. Şehiriçi görüşmelere. Merkez Bankası dedi ki, "bu mart ayı enflasyonuna toplam (Haberleşme + Sigara zammı) yüzde 0.6 yansıyacak". Ama TÜİK açıkladı ki, haberleşme fiyat endeksi yüzde 0.5 düşmüş. Nasıl mı ?

Oysa, bakın ne olmuş? Uğur Gürses "Ters Köşede Kalma" başlıklı yazı ile skandalı yakalamış;

"Şimdi ise biz size söyleyelim ne olduğunu. TÜİK'in geçtiğimiz gün açıkladığı mart ayı fiyat endekslerinde 'sessiz sedasız' yerlerini alan üç yeni fiyat göstergesi vardı. Şehirlerarası görüşme ücreti, uluslararası telefon görüşme ücretleri ve cep telefonundan sabit hatları arama ücreti. TÜİK'in tanımlaması ile bu üç 'madde fiyatı' endekslere ilave edilmişti. Ancak duyurulmamıştı. Telekom'un metodolojiye itirazı kabul görmüş, ancak kamuoyuna bilgilendirme yapılmamıştı. Öyle görünüyor ki, Merkez Bankası'na da! TÜİK endeksi değiştirmiş, Merkez Bankası'nın haberi yok! "Merkez Bankası haberleşme fiyatları konusunda neden 'ters köşede' kaldı?" sorusunun yanıtı da burada ! Ancak, görünen o ki, asıl 'ters köşede kalma' durumu başka. Endeks içine ilave edilen yeni maddeler, TÜİK tarafından enflasyon verileri ile aynı anda ilan edilen madde fiyatları listelerine girerek aleni hale geldiği halde, Merkez Bankası'nın enflasyon sonrası açıkladığı 'Fiyat Gelişmeleri' notunda bu ilavelerin yapıldığı, bir metodoloji ve hesaplama değişikliğine gidildiği hâlâ fark edilmemiş! Merkez Bankası, "Ben ters köşede kalmadım, metodoloji değişti, sepetin içine yeni madde fiyatları girdi. Bunlardaki düşüşler genel endekste de düşüş getirdi" diyebilirdi, farkında olabilseydi..!"


Salı, Mart 27, 2007

Mahfi Eğilmez'in yazısı

Mahfi Eğilmez'in bugünkü yazısını önemli bir referans okuması olarak her iktisat öğrencisine tavsiye ediyoruz. Mahfi Eğilmez şunları söylüyor;
"Çoğumuz ekonomiyi, mekanik bir sistem olarak öğrendik. Gaza bastığında hızlanan, frene basınca duran, yağını koymadığın zaman sorunlar çıkaran mekanik bir sistem. Ekonominin sosyal bir bilim olduğunu öğrenmemize karşın beklenti diye bir şeyi analize katmayı öğrenmemiştik. Zaman geçtikçe Türkiye ekonomisi dışa açıldı, yapı değiştirmeye başladı. Para, kur ve faiz en önemli göstergeler halini aldı. Beklentilerin önemi kavranmaya başlandı. Bizim kuşaklardan bu gelişimi izleyemeyenler geçen yüzyılın görüşleri içinde hapis kaldılar. Onlar için mal üretimi her şeyden önemliydi. Tüketim olmayan yerde üretim olmayacağını göremediler. Onun içindir ki piyasalar oluştuğu halde bilgilerini yenilemeyenler hâlâ piyasa yokmuş gibi yapıyor ve bu konulara kafa yoranlara piyasa iktisatçısı adını takıyor. Keynes'in dediği gibi hepimiz ölmüş iktisatçıların çoğu artık geçerli olmayan düşüncelerinin etkisi altındayız. Ama bazılarımız bu görüşlerin esiri."
Tekrar etrafınıza, gazetelere, TV'lere bakın bakalım, kaş kişi göreceksiniz ? Çoktur, çok..!

Çarşamba, Mart 14, 2007

Mehmet Altan'ın saptaması

Bugünkü "Milliyetçilik yükselmiyor, ölüyor" başlıklı yazısında (14 mart 2007),
"Türkiye epeydir çok hızlı bir şekilde modernleşiyor.
Dış ticaret hacmi 222 milyar dolara ulaştı.
Cumhuriyet tarihinin en büyük yabancı sermayesi son iki yılda geldi.
Köylülük çözülüyor.
Esnaf nitelik değiştiriyor.
Tabi ki bunun getirdiği bir sıkıntı var...
Tutunamayanların sıkıntısı...
Bunun adı milliyetçilik olabilir mi?"

Ne kadar doğru bir saptama ? Tamamen katılıyoruz.

Pazar, Mart 11, 2007

Türk'ün Parayla İmtihanı !


Akşam Gazetesi'ndeki 11 Mart Tarihli haber aşağıda.

Ordu'da bir bankada çaycı olarak çalışan birine piyangodan 844 bin YTL çıkıyor. Yıl 2003. Adamcağız bugüne 200 bin YTL borçla çıkıyor.

Detaylar için haberi okuyun, sonra yorumlayın. Acaba bu adamcağız mı çok saf mış ? Yoksa bizler millet olarak 'hortumlamaya' meyyal miyiz ? Ne dersiniz ?

Ne oldu bizim 'müşfik ve sıcak halkımıza' ?


Ordu’nun Perşembe İlçesi’ndeki Ziraat Bankası’nda çaycı olarak çalışan Hayri Kaya’nın hayatı 25 Ocak 2003’te Sayısal Loto’dan kazandığı 844 bin 156.90 YTL’lik ikramiye ile inanılmaz biçimde değişti. Ancak Hayri Kaya’nın bu yaldızlı günleri çok kısa sürdü, tek evi icra yolu ile satılan eski milyarder 5 ay hapis cezası aldı şimdi de 200 bin YTL’yi aşan borcu nedeniyle adliye koridorlarını aşındırıyor.

PARAYI DUYAN EVE KOŞTU

Lotoda kazandığı gece çekilişi yapan sunucunun “İhtiyacı olan birine çıksın” temennisinde bulunduğunu söyleyen Kaya, “Elimde kupon, çekilişi izliyorum. 6 top düştü. Rakamlar yan yana sıralanınca baktım 6 rakamı doğru bilmişim. Heyecandan başımdan aşağı ter boşaldı. İlk önce eşime ve babamla anneme haber verdim” diye anlatıyor. Paranın çıkmasıyla birlikte etrafını inanılmaz kalabalık bir kitlenin sardığını söyleyen Kaya, “Para çıktığını duyan eve koştu. Beni çaycı olarak çalıştığım bankada müdürün odasına kitlediler” diye anlatıyor hayatını değiştiren günü. İlk iş olarak kendine son model bir cip alan Kaya, “Para ayda 27 bin YTL faiz getiriyordu. Eve sabah 06.00 sularında dolmaya başlayan misafirlerin tek derdi paraydı. Hiç kimseyi geri çevirmedim” dedi. “İki ayda 200 milyar harcadığım için banka müdürü bile ikazda bulununca ben de kalkıp İstanbul’a gittim ancak bu kez de babamın “Oralarda mafyanın eline düşersin” ısrarı üzerine geri dönmek zorunda kaldım. Bir arkadaş yağ işine girelim dedi. Kabul ettim ama tüm masrafları ben ödedim. Kısa sürede veresiye defterlerimiz çalınınca o iş bitti” diye anlatıyor sonun başlangıcını.

BİN TÜRLÜ DOLANDIRILDI

Halı sahacılıktan PVC sektörüne kadar birçok işe girdiğini ancak hiçbirinde tutunamadığını söyleyen Kaya, “Hatta ağabey dediğim bir belediye başkanının adını verip, “Paraya sıkışmış biraz yardımcı ol ama parayı götürüp sen verme” dediler, inanıp aracı sandığım kişilere verdim, öyle bile dolandırıldım” diye anlatıyor memlekete geri dönüş öyküsünü.
Camiye sığındılarEVDEN atılınca ailenin altı ay boyunca bir camiye sığındığını söyleyen Hayri Kaya “Evimi bir akrabam icrayla satılırken satın aldı, ben şimdi onun kiracısıyım. Para çıktığını kimseye söylememeliydim. O gün bana 844 milyar lira çıkacağına 100 milyar lira çıksaydı daha hayırlı olacaktı. Kesinlikle bilmediğin işe girmeyeceksin. Bildiğin işi yapacaksın. Ben bankada çaycı olarak kalsaydım şimdi daha mutlu ve huzurlu olurdum” diyen Kaya, rençberlik yaparak hayatını kazanıp eşi Yıldız ile Ezgi ve Umut’u yaşatma mücadelesi veriyor.
BAL İŞİ BATIRDI

PARASI tükenmeye başlayınca bal işine girdiğini ve satın aldığı bal karşılığı 34 milyar liralık senet verdiğini ancak geri alamadığını söyleyen Kaya, “Senetleri ödediğim halde geri alamadım. Kazandığım parayla aldığım tek evimin kapısına icra geldi. Beş ay cezaevinde yattım. Orada hayatı ve gerçek arkadaşlarımı tanıdım. İyi gün dostlarım ortadan kaybolmuştu.” diyor.

AKŞAM Gazetesi- Ersin ÖZMEN / ORDU

Perşembe, Ocak 25, 2007

Bocelli Merakı




Ülkemiz tuhaf ilginçlikleri içinde barındırır. Dünya diğer yerlerde olan tuhaflıklardan farklı değildir aslında.
Pazartesi (22 Ocak) günü YapıKredi Koç Bank birleşmesinin kutlanacağı bir gece daveti vardı. Bu davette bir de konser verilecekti. Konseri verecek olan "Tenor" Andrea Bocelli idi.
Kendisinin ciddiye alınabilecek bir müzik eğitimi yok. "Bizim çocuğun kulağı iyi" diyen bir annesi varmış herhalde. Zaten, dünyanın birçok yerinde bu eleştiriliyor.
Neyse isteyen web'de detaylı bilgileri bulur. (Meraklısı, 8 Eylül 2006 tarihli New York Times'dan Bernard Holland'ın yazısını okuyabilir. Yazının başlığı: "Spectator-Friendly, and Critic-Proof in a Sea of Approval" )
Ben zaten "Sacred Arias" albümünü dinlemiş ve notumu vermiştim.
Ama, popüler kültür dediğimiz şey bu işte; halk Bocelli'yi satın alıyor, konseri "full" çekiyor !
AP ajansı, Bocelli için "Passion? Yes. Power? No." diyerek değerlendiriyor.
Neyse, o gece anlı şanlı sosyetemiz, kokteyl salonunda pek durmadı, hemen salona dalıp yer kaptı; 'vasatizmin' zirvesiydi.
Ertesi gün, gazetelerde konserin değerlendirmesini yapan bazı yazarlar, "Bocelli muhteşemdi ama salon akustiği kötüydü" diyorlardı.
Biz de akustiği pek beğenmedik. Ama, 'vasatizmi' sevenler, "Yahu biz Bocelli için muhteşem diye yazacağız, ama, araya durumu kurtarıcı bişeyler de yazalım ki, pek de foyamız ortaya çıkmasın" mantığı yürütmüş olmalılar...






Pazartesi, Ocak 15, 2007

İş dünyası neden ağlıyor ?

Bugün eşime bir pantolon almak üzere çarşıya çıktık. Çarşı dediysem, Nişantaşı'na...Pek çok yer dolaştık ama, kısaca meramımı anlatayım, bir pantolon Beymen'de 570 YTL ! Bu da yerli üretim katındaki fiyat. Bilindiği gibi, Beymen aynı zamanda, yabancı markaları da ithal edip satıyor. Dışarı çıktık, ithal bir "marka" pantolon bulduk MaxMara; 182 YTL ! Aralarında hiçbir ayırıcı bir farklılık yok. "Ben markayım kardeşim, o kadar olacak" derse de, MAxMara var karşısında. Bilinirlik olarak belki de MaxMara dünyada daha fazla tanınıyor.
Özetle, bugün tekrar anladım ki, içerideki yurdum imalatçısı ve 'kaşar kazıkçı taciri', ithalatın 'terbiye edici' yönünden oldukça rahatsız olmakta dibine kadar haklı. Yıllardır, bizlere 'dibine kadar geçiren' bu adamlar, şimdi 'efendim ne olacak bu döviz kurunun durumu ? Ne olacak bu ithalat çılgınlığı ? Sanayimiz yok olacak" diye yırtınıyorlar.
Ben de "bu size az bile" diyorum.